“HAYIR!” RÜZGÂRI NASIL DİNDİRİLDİ?

                                   
Halkoylamasına gidileceği belli olduğunda toplumda büyük bir “Hayır!” rüzgârı esmeye başladı. Neredeyse tüm siyasal gruplar, başkanlık rejimine “Hayır!” demek için birleşmişti. İşin en can alıcı noktası ise AKP tabanında hayırcılar lehine bir çözülmenin olmasıydı. Peki, ne oldu da tabandan esen bu güçlü “Hayır!” rüzgârı, giderek gücünü yitirdi ve “Evet!”lerle baş başa duruma geldi?
Halkoylaması kampanyası başladığında birçok kişide olduğu gibi bende de bir kaygı egemendi. Bu kaygı, Kılıçdaroğlu ve bazı üst düzey CHP yöneticilerinin gaf yapmasıydı. Bu gafların AKP yöneticilerine koz vereceği kaygısıydı içimizi kemiren. Bunu zaman zaman da seslendirdik. Birçok dostumuz: “Halkoylamasının sonucu ne olur?” diye sordular bize. Biz de onlara:” Kılıçdaroğlu az konuşursa ‘Hayır!’ kazanır.” dedik.
Kampanyanın başında Kılıçdaroğlu çok az konuşuyor, sahada pek görünmüyordu. TR 705, Bekaroğlu… gibi CHP’nin yumuşak karnını oluşturan kişiler arka planda kaldılar. Baştaki strateji olumluydu. CHP örgütleri çok sorumlu davranıyordu. Diğer seçimlerde olmayan bir anlayış egemen olmuştu CHP yöneticilerine (Bkz. Evet mi, Hayır mı 2? http://www.ulusalkanal.com.tr/evet-mi-hayir-mi-2-makale,6096.html).
Halkoylaması kampanyası sırasında Kılıçdaroğlu ve CHP yöneticilerini eleştirmemeye özel önem verdik. Eleştirilerimizi kampanya sonuna bıraktık. Kılıçdaroğlu, sahaya Baykal ve İnce’yi sürerek kendisinin lider, hatta genel başkan olmadığını toplumun huzurunda itiraf etti. Kendisi sahaya çıkıp ağzını açtığında da AKP’yi rahatlattı, tıpkı 2010 halkoylamasında olduğu gibi.
Halkoylaması kampanyası sırasında RTE ve AKP yöneticileri çok fazla hata yaptılar. “Hayır!”cılara gollük paslar attılar. Ne yazık ki bu paslar değerlendirilmedi. AKP’nin yaptığı ve muhalefetin değerlendiremediği önemli yanlışlar neler?
Öncelikle şunu belirtelim ki RTE ve AKP halkoylamasını yitireceklerini anlayınca “Hayır!”cılarla terör örgütlerini yan yana göstermeye başladılar. Ne yazık ki terör örgütleriyle AKP’nin yan yana olduğunu kanıtlayacak birçok olgu varken…
Barzani önce İstanbul’a sonrasında Ankara’ya geldi. Her iki kentimizde Barzanistan bayrakları asıldı. Ne yazık ki CHP yöneticileri, bu gafletin üstüne yeterince gitmedi. Bu durumun bölücü örgütleri meşrulaştırdığını anlatmadı halka. Eğer anlatsaydı, AKP’nin propaganda stratejisi çökecekti. “Hayır!”cıların terör örgütleriyle birlikteliği masalı ters tepecekti. Ancak böylesi bir fırsat nedense kaçırıldı.
ABD, Tomahawk füzeleriyle Suriye’yi vurdu. RTE, bu saldırıya anında destek verdi. Hatta yetersiz buldu saldırıyı. Ne yazık ki CHP yöneticileri bunun da üstüne gitmedi. ABD saldırısına karşı çıkmadı. Antiemperyalist bir duruş gösteremedi. Oysa AKP tabanının önemli bir bölümü, RTE’yi antiemperyalist sandığı için desteklemekteler. Bu tepkisizlik, Amerikan emperyalizmi karşıtı AKP tabanının “Hayır!” oyu vermesi olasılığını ortadan kaldırdı.
AKP sözcüleri, “eyalet” baklasını ağızlarından çıkardılar. “Türkiye’nin eyaletlere bölünmesinin bir sakıncasının olmayacağını” söylediler. Açıkça bölücülüktü bu. Ne yazık ki bu konuda da gerekli baskı kurulamadı AKP’ye. Bunun üstüne gelen “kontrollü darbe”, “denize dökeceğiz” söylemleri konuyu saptırdı, örttü.
RTE, “Türk Milleti” yerine “tek millet” dedi. Kısacası, “Türk Milleti”ni inkâr etti. Yine Kılıçdaroğlu ve ekibinden ses çıkmadı. Tam da 16 Nisan yaklaşırken Kılıçdaroğlu “kontrollü darbe” ve “bylock listesindeki AKP’lileri” ortaya attı. İşte, bu noktada sürekli savunmada olan RTE ve AKP saldırıya geçti. Bekledikleri fırsat gelmişti. Kampanya boyunca tüm kışkırtmalara karşın konuşmayan Kemal Bey, en sonunda konuştu ve gereken fırsatı karşı tarafa verdi. RTE ve AKP yöneticileri bu konuda abandıkça abandılar Kılıçdaroğlu’na. Bu arada CHP’li vekil Hüsnü Bozkurt’un sorumsuz açıklaması devreye girdi. “Hayır!” rüzgârı hız kesti. AKP yöneticileri, moral kazanıp tabanlarındaki çözülmeyi kısmen durdurdular.
“Oylar çalındı.” diyerek kimse siyasal sorumluktan kaçamaz. Oylar çalınmasaydı, sonuçlar üç aşağı beş yukarı aynı olurdu. Yani açık ara bir yengi söz konusu olmazdı iki taraf içinde. Ancak başta Kılıçdaroğlu olmak üzere bazı basiretsiz yöneticiler yüzünden başkanlık rejiminin reddi olanaklı olmadı.
2010 halkoylamasında Habur rezaletini görmezden gelerek kampanya yürüten Kılıçdaroğlu ve ekibi, yargının FETÖ’ye teslim edilmesine önayak olmuştu. Bugün de aynı ekip, başkanlık rejiminin yasalaşmasında önemli bir rol oynadılar.
CHP tabanı Kılıçdaroğlu ve ekibini daha ne kadar, nereye kadar taşıyacak? Günün öncelikli sorusu budur.
                                                           Adil Hacıömeroğlu
                                                           26 Nisan 2017








SANDIKLARA SAHİP ÇIKMAK


16 Nisan’da halkoylaması sürerken özellikle erken açılacak sandıkların bulunduğu illerdeki tanıdıklara telefon ettim. Saat 16.00’da, sandıklar açılmaya başlayınca heyecanım arttı. Erken sonuç almak için acele ediyordum.
Erzurum’un küçük bir ilçesinde yaşayan eski bir öğretmen arkadaşımı aradım. Devlet memuru olduğu için adını yazmıyorum. Ülkücü… MHP’nin muhalif kanadıyla hareket ediyor. Halkoylamasının hayırcılarından… Sandık sonuçları veriyor bana Uzundere’den. Evetler açık ara önde…
Uzundere’deki arkadaşıma soruyorum: “Sandık güvenliği nasıl?” diye. “Ne güvenliği kardeş…” diyerek yanıtlıyor beni. “Sandık başkanları AKP denetiminde. Sandık kurullarında AKP’lilerden başkası yok! Özellikle köylerde, küçük merkezlerde hayırcılar sandık kurullarında bulunmuyor. Neredeyse bölgede birkaç istisna dışında durum böyle…” diyerek sürdürüyor sözlerini. Sesinde bir üzüntü, çaresizlik vardı. Benzer konuşmaları evet oylarının rekor kırdığı birçok ilimizden kişilerle yaptım. Neredeyse herkes aynı şeyleri söylemekteydi.
Erzurumlu arkadaşımın söyledikleri, mühürsüz oy pusulalarının nerelerden sisteme dâhil edildiğini açıklıyor aslında. Büyük kentlerde sandık kurullarında hayırcılar yer aldı ve oylara sahip çıkıldı. Ne yazık ki kırsal kesimlerde aynı şey yapılamadı.
Halkoylamasından bir gün sonra Trabzon’un Hayrat İlçesinin CHP İlçe Başkanı Ali Nuhoğlu ile uzun uzun konuştuk. Ali ile baba, dede dostuyuz. Ali Nuhoğlu’nun derdi çok. En uzak köylerdeki sandıklara bile birer kişi bulmuşlar. Ancak sandık başlarındaki CHP’lilere yoğun baskı olduğunu söyledi. Devlet gücünü kullanan iktidar, tüm gücüyle abanmış seçimlere. Yoğun bakımdaki hastaların oy kullandığını belirlemiş. Sandık başkanlarının birkaçı hakkında suç duyurusunda bulunmuş. Sandık başkanlarının bazılarının devletin değil de AKP’nin memuru gibi davrandıklarının altını çizdi. Köylerde oturmayanların yerine oy kullanıldığını saptamış.
Adaletli bir halkoylamasının olmadığını özellikle vurguladı Ali Nuhoğlu. Oy kullanımı sürerken bile AKP’li yöneticilerin yüz yüze ya da telefonla hayır oyu verebilme olasılığı olanlara iş bulma, köylere yatırım yapma sözleri verdiklerini söyledi. Bu doğrultuda birçok yerden benzer yakınmalar gelmekte. Halkoylaması, birçok yerde bu koşullarda yapıldı. Devletin her türlü olanağını kullanan bir siyasal iktidara karşı, aklıyla, emeğiyle kampanya yürüten hayırcılar…
Halkoylaması kampanyası sırasında ve sonrasında açıkça gördük ki, evet oyu verenlerin haklı saygısını kazandı hayırcılar. Bu da gelecekte siyasetin biçimlenmesi açısından çok önemli. Her şeye karşın, halkoylaması Türkiye’ye çok şey kazandırmıştır. Gelecekle ilgili kaygılanmanın gereği yoktur. Bu nedenle umudu yeşertmek her yurttaşın görevi olmalı.
                                                                       Adil Hacıömeroğlu
                                                                       24 Nisan 2017


TÜRK MİLLETİ BİRLEŞTİ KAZANDI

                                   
Başkanlık rejimine karşı Türk milleti farklı siyasal gruplarıyla birleşti. CHP (yönetimindeki bazı kişiler dışında), MHP’nin gövdesi, Vatan Partisi, SP, DSP, DP, HDP’den kaçan yurttaşlar, AKP tabanının önemli bir bölümü ve daha nice siyasal gruplar bir araya geldi. Herkes elinden geldiğince çalıştı. Gecesini gündüzüne kattı. “Evet” oyu vereceklerle bire bir ilişki kuruldu. Uzun tartışmalarla ikna etmek için uğraşılar verildi.
Şimdi, herkes soruyor: Halkoylamasında hayırcılara kim önderlik etti, diye. Bu işin belli bir önderi yok! Halk kendi geleceğini sahiplendi. Herkes sorumluluk aldı kendince. Partiler, görünürde var olmaya çalıştı. Yurttaş, mahallelerde dolaştı. Ev gezmeleri yapıldı. Uzak kentlerde, köylerde yaşayan akrabalar, eski arkadaşlar, dostlar arandı. İşyerlerinde aralıksız tartışmalar yapıldı.
AKP tabanı, halkoylaması kampanyası sırasında mahcuptu genellikle. Hep savunmada olmanın sıkıntısını yaşadılar. Çoğu zaman, neden evet oyu vereceklerini savunamadılar.
AKP yönetimi, devletin olanaklarını sonuna dek kullandı. Köy köy, mahalle mahalle, sokak sokak gezdiler. Armağanlar dağıtıp vaatlerde bulundular. Akla gelebilecek her şeyi dağıttılar. Bazı aileler, yıllık çay tüketimlerini karşıladılar kampanya boyunca. Dozerler, kepçeler, devlete ait iş makineleri, kamyonlar, resmi binek araçları, otobüsler, minibüsler neredeyse hiç kontak kapamadılar. İş vaatleri havalarda uçuştu.
Halkoylamasından önce Trabzon Hayrat’ta tanıdıklarımı aradım. Halkoylamasında ne yapacaklarını sordum. Öncelikle şunu belirteyim ki, Hayrat yoğun göç vermekte. İlçeyi ayakta tutan çay tarımı bitmiş. Geçinmeye yetmiyor. Alternatif ürünler yok! Hayvancılık tükenmiş. Köylerde işsizlik, yoksulluk dizboyu. Bütünşehir yasasından sonra ilçenin en uzak köyleri mahalle oluvermiş bir gecede. İlçe belediye başkanı AKP’li. Tüm köyler ilçeye muhtaç. Tabi bu durum partizanlığı artırmış. Evet oyu vermeleri için yurttaşa inanılmaz vaatlerde bulunulmakta. İlk vaat: “Köylere doğalgaz getireceğiz.” Tamam, getir. Elini kolunu bağlayan mı var? Eğer bu bir devlet projesiyse zaten olacak. Herkesin evine bağlanacak, herkes de parayı verip doğal gazı kullanacak.
İkinci önemli vaat: İlçe merkezine dört yıllık üniversite yapılacağı… Üniversite yapılması güzel bir iş, yap kardeşim! Neden bunu halkoylamasına alet ediyorsun?
Eğer halkoylamasında yüzde yüz evet oyu çıkarsa Reis, Hayrat’a gelip burada temeller atacakmış. İşsizlere bol kepçeden iş vaadi de var. Yahu, sen devlet değil misin? İşsize iş bulmak senin görevin değil mi? Görevin… O zaman neden vatandaşa baskı yapıyorsun? Neden vatandaşın özgür iradesine müdahale ediyorsun? Neden milli iradeyi engelliyorsun?
“Hayır” oyu vermeye eğilimli bazı yurttaşların bizzat bölgenin bakanlarınca telefonlarla ikna edilmeye çalışıldığı söylenmekte. Devlet olanakları, devletin gücü sonuna dek kullanılmış.
Büyük kentlerin birçoğunda “hayır” propagandası yapmak için kurulmak istenen çadırlar kurdurulmadı. Kiralanan salonların sözleşmeleri iptal edildi. Bazılarında elektrikler kesildi, kürsüler devrildi.
Kentlerde neredeyse bütün reklam panolarında AKP afişleri vardı. Hemen hemen tüm anayollarda AKP pankartları yer aldı. Hastane, okul, cami, adliye, kaymakamlık, belediye.. neredeyse tüm kamu kuruluşların duvarlarını AKP pankartları işgal etti. Yaklaşık yirmi dördü ulusal, geri kalanları yerel olmak üzere seksen televizyon kanalı hep bir ağızdan AKP’ye çalıştı. “Evet” oyu için çalışan radyoların sayısı belirsiz. Bir iki gazete dışında tüm gazeteler AKP’nin emrindeydi.
AKP, yasalara uymamayı alışkanlık yapmış. Seçim yasaları uygulanmadı. Tarafsızlık, eşit koşullarda yarışma kuralı hiçe sayıldı. Milyarlarca liralık devlet bütçesi “evet” propagandası için çarçur edildi. Yetimin, yoksulun hakkı siyasal parti çıkarları için kullanıldı. Devletin uçakları, helikopterleri resmi araçları “evet” propagandasının hizmetine girdi. Birçok devlet memuru “evet” propagandasının aleti oldu.
Neyse fazla uzatmayalım… Eşitsiz bir propaganda dönemi sonunda sandığa gidildi. Bütün bu anlattıklarımıza karşın, başa baş bir sonuç çıktı. Hayır oyları bu nedenle çok değerlidir. Bu durum, Türkiye’ye umut aşılamakta. Otuz büyükşehirin on yedisinde kaybeden bir parti Türkiye’de iktidar olamaz. Bu partinin lideri de başkanlık koltuğuna oturamaz.
Halkoylaması sonucu gösteriyor ki, AKP erimekte. Doğru siyasetle Türkiye’nin AKP’den kurtulacağı çok açık. Bu nedenle muhalefet partilerine büyük görevler düşmekte. Ayakları Türkiye topraklarına basan ve halkın gereksinmelerini, eğilimlerini doğru belirleyen partilere iktidar yolu açık. Bu nedenle parti örgütleri, siyasetleri gözden geçirilip açık yüreklilikle tartışılmalı. Türkiye’nin kuruluş ilkelerine dönme fırsatı heba edilmemeli.
                                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                                       20 Nisan 2017

ATACAN VE BELEDİYE BAŞKANI

Atacan’ın sınıfı, 20 Nisan 2017 günü Kadıköy Belediye Başkanı Aykurt Nuhoğlu’nu ziyaret edecekler. Atacan, kaç gündür çok heyecanlı…

Öğretmenleri, öğrencilerinin Belediye Başkanı’na soru sormaları gerektiğini söylemiş. Doğaldır ki çocukların hoşuna gitmiş bu. Aynı zamanda çocukların özgüven kazanması için çok önemli bir davranış.

Atacan, sorusunu çoktan hazırlamış kafasında. Ziyaret öncesi Atacan’a, Başkan’a hangi soruyu soracağını sordum. “Söylemem.” dedi. “Neden söylemiyorsun, ne sakıncası var?” dedim ona. “Olmaz. Soruyu Başkan’a soracağım, sana değil. Bu, özel bir konu…” diye yanıtladı beni.

 Israrlarım işe yaramadı, söylemedi soracağı soruyu… Söylemeyince de ben, soru önerisinde bulundum ona. Başkan’a de ki: “Göreviniz sırasında diktiniz ağaç mı çok, yoksa kestiğiniz ağaç mı?”

Soru önerimi yapar yapmaz alaycı bir gülümsemeyle beni yanıtladı. “Yahu Adil, bu soru sorulur mu belediye Başkanı’na?” Ben: “Neden sorulmaz?” dedim. “Belediye başkanı ağaç kesse bile ‘Ağaç kestim.’ der mi?” diyerek yanıtladı beni. Bu yanıttan sonra bana düşen sus pus olmak…

Karşılıklı olarak bir süre sustuk. Benim durumuma acımış olmalı ki: “Başkan’a: ‘Evinizin balkonunda Türk Bayrağı astınız mı? Bizim balkonda var da…’ diye soracağım.” dedi birden bire.

Benim suskunluğum sürmekte… “Sorumu beğenmedin mi?” diye sordu. “Beğenmez olur muyum? Çok güzel bir soru bu. Seni kutluyorum oğulcuğum! Benim usuma gelmezdi böyle güzel bir soru.” diye yanıtladım onu. Gülümseyerek büyük bir özgüvenle oturduğu koltuğun arkasına yaslandı. Az sonra kalktı, balkonumuzda asılı olan Türk Bayrağı’na baktı yerinde duruyor mu diye.

Balkon kapısını kapadı. Yavaş adımlarla yürüdü salonda. Yanımdan geçerken onu yakaladım. Kucakladım, öptüm, bağrıma bastım.

                                                                  Adil Hacıömeroğlu

                                                                  19 Nisan 2017

MÜHÜRSÜZ SEÇİM


Başkanlık rejimine geçilmesiyle ilgili anayasa değişikliği, 16 Nisan 2017 günü oylandı. Seçime katılım yüksekti. Yaşlı, genç, kadın, erkek, engelli, hasta… Herkes sandık başına koştu. Türkiye’nin geleceğinin oylandığı sandıklar, demokrasi şölenine dönüştü. Çünkü söz konusu olan vatandı. Başkanlık rejiminin Türkiye’yi bölme girişimine karşı halk, çareyi sandıkta aradı.
Halkoylaması, Türkiye genelinde birkaç olay dışında sakin geçti. Ülkemizi evetçi ve hayırcı olarak bölmek isteyenlerin tüm çabalarına karşın herkes, büyük bir sorumluluk içinde davrandı.
16 Nisan’da birçok okulda oylamayı izledim. Sandık başındaki hayırcılar sakin ve özgüvenliydi. AKP yanlıları kaygılıydı.
Türkiye’nin doğusunda buluna sandıklar, bir saat önce açılacaktı. Bu nedenle farklı illerde yaşayan birçok arkadaşımı aradım ve oralardan ilk sonuçları telefonla aldım. Bu illerimizde evet oyları açık ara öndeydi. Bunun ilerleyen saatlerde değişeceğini umut ettim ve en yakınımdaki Bakırköy Cengiz Topel İlkokulu’na gittim.
Okula gittiğimde sandıklar kapanmıştı. Sandıkların bazılarında oy sayımı başlamıştı. Bu arada AKP müşahidi olduğunu gördüğüm biri, sandıkları dolaşarak bir uyarıda bulunmaktaydı. Kulak kabarttım. Bu kişi, sandık başkanlarına, mühürsüz oyların geçerli sayılması gerektiğini söylüyordu. YSK’nın bu konudaki kararını anımsatmayı da unutmamıştı. Sandık başkanlarının birçoğu, YSK’nın bu kararından haberi yoktu.
Sonradan öğrendik ki AKP’nin YSK’daki temsilcisi, daha Doğu’daki sandıklar bile açılmadan saat 16.10’da başvuru yapmış YSK’ya. “Birçok oy pusulasının mühürsüz olduğu ve vatandaşın seçme hakkının engellenmemesi için mühürsüz oy pusulalarının geçerli sayılması” isteğini iletmiş. YSK da bu isteği hemencecik kabul etmiş.
Öncelikle şu soruyu soralım: Daha sandıklar açılmadan oy pusulalarının mühürsüz olduğunu nereden biliyor AKP temsilcisi? Hem de “mühürsüz oy pusulalarının yoğun olduğunu” biliyor bu kişi.
Milyonlarca oy pusulası nasıl mühürsüz olur? Her sandık başkanı bu pusulaları mühürlemek zorunda mı? Evet... Çünkü bu konuda YSK’nın emri var. Bugüne dek hep böyle oldu. Arada sehven birkaç mühürsüz pusula gözden kaçardı. Şimdi de diyelim ki, birkaç sandık başkanı görevini savsakladı ve pusulaları mühürlemedi. Bu sayının milyonlara ulaşması olanaklı mı? Tabi ki hayır… Daha oy pusulalarını görmeden bu sayının çokluğunu bilen kişi, aslında yapılan hileyi de itiraf ediyor. Bu, suçüstü durumudur. Bu arada şu ayrıntıyı da atlamayalım. Bugüne kadar seçimlerde genellikle öğretmenler olmak üzere devlet memurları sandık başkanı olurdu. Halkoylamasında sandık başkanlarının birçoğu, memur değildi. Bu durumun altı çizilmelidir.
Erdoğan ve Binali Yıldırım’ın YSK kararını beklemeden açıklama yapması da manidardır. Amiyane tabirle işi boğuntuya getirmektir. RTE’nin “Atı alan Üsküdar’a (Üsküdar’ı olacak aslı) geçti.” sözü anlamlıdır. Bu söz, bir fırsatçılığın itirafıdır. Bu deyimi, YSK’nın kararından emin olarak bilerek ya da bilmeyerek değiştirerek söylüyor RTE. Hileli bir seçimle Türkiye’de rejim değiştirilmeye çalışılıyor.
“Milli irade” diye diye milli iradeyi yok ediyor AKP. Halkın iradesine saygı göstermek yerine, fırsatçılıkla devletin tepesinde yer tutmak peşindeler. Allah ile aldatanlar, sandıkta da halkı aldatıyor.
Oy pusulalarına sahte oy kullanımını önlemek amacıyla mühür vurulur. Mühürsüz pusulaların neredeyse hepsinin evet oyu olması ilginç değil mi?16 Nisan halkoylamasında mühür yoktur. Mühürsüz evrak resmiyet taşımaz.
Oy pusulalarında “tercih” yazılı mühürlerin kullanılacağını açıkladı YSK. Oylama sürerken “evet” yazılı mühürlerin kullanıldığı anlaşılıyor ve bu pusulalar da geçerli kabul ediliyor. Günün sorusu şu: TÜRKİYE’DE HER HANGİ BİR SANDIKTAN HEM “EVET” HEM DE “TERCİH” YAZILI MÜHÜRLÜ OY PUSULASI ÇIKTI MI? YSK’nın yanıt vermesi gereken soru budur.
Keşke halkoylamasına hile hurda karışmasaydı. AKP, belki yine kazanırdı bir ya da beş oyla hiç önemli değil! Önemli olan halkın, Türk Milleti’nin iradesi sandıktan tartışmaya yer vermeyecek bir biçimde ortaya çıksaydı... Ancak görünen şu ki, bu seçimi halk kazandı. Türk Milleti kazandı. Rejim değişikliğine, başkanlığa “Hayır!” dedi halk. Bunu en iyi de RTE, Yıldırım ve evet oyu veren yurttaşlar bilmekte. Bu nedenle bu şaibeli seçim iptal edilmeli. İptal edilsin ki adalet yerini bulsun. Adaletin olmadığı bir yerde hiçbir şey doğru gitmez. Ve… Bir gün adalet herkese gerekli!
                                                                       Adil Hacıömeroğlu
                                                                       19 Nisan 2017



ERDOĞAN İSTEMEZSE DANIŞMANLAR KONUŞMAZ


Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın danışmanlarının eyalet sistemi ve Cumhuriyet rejiminin temel niteliklerinin ortadan kaldırılması konusundaki açıklamaları kamuoyunu meşgul etmekte. Bu açıklamalar, AKP’nin gerçek yüzünü de açığa çıkarmakta.
“Eyalet sistemi getirilmelidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin taşra teşkilatı ve devletin yönetim şekli tekrar düzenlenmelidir. Bu sistem hem Kürtlerin ve diğer etnik grupların özerklik isteklerini kapsayacak hem de devlete bağlılık ve aidiyet duygusunu artıracak şekilde oluşturulmalıdır. Her bakanlık kendine bağlı en fazla altı ya da on birimi layıkıyla sevk ve idare edebilir. Seksen bir vilayet merkezden dirayetle yönetilemez.” Bu sözler, Erdoğan’ın başdanışmanlarından TSK’dan irticai faaliyetleri nedeniyle emekli edilen Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi’ye ait.
Tanrıverdi, açıkça Kürtlere özerklik verilmesini savunmakta 2015 yılında. Peki, Kürtlere özerklik kimin projesi? ABD-AB ve PKK’nın… Cumhurbaşkanı danışmanının görevi Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünü savunmak mı, yoksa emperyalistlerin, bölücü örgütün görüşlerini dile getirmek mi?
Peki, Türkiye’nin devlet yapısının değiştirilmesi nasıl olacak? Bunu da Erdoğan’ın başka bir başdanışmanı Mehmet Uçum açıklıyor.
“Sessiz değil, halkımız gümbür gümbür bir devrim yapıyor farkında mısınız? Halk kendi devletini kurmak için adım atıyor. 16 Nisan kutlu olsun.” Uçum, bu sözleri neyle ilişkili olarak söylüyor? Başkanlık rejimiyle ilgili olarak… Başkanlık rejimi, emperyalizmin Türkiye’ye dayattığı bir şey olduğuna göre halkın dostu olamaz, halk düşmanı bir rejimdir.
Türk halkı kendi rejimini 1923’te kurmuştur. Nasıl mı? Emperyalizm ve Ortaçağ rejimiyle savaşa savaşa… Cumhuriyet; Erzurum ve Sivas kongrelerinde, 23 Nisan’da, Sakarya’da, Dumlupınar’da… kuruldu. Bunu yıkacak güç, emperyalizmdir. Uçum ve onun kafasındakiler, Damat Feritler gibi emperyalistlerle işbirliği yaparak Cumhuriyet’i ortadan kaldırabilirler. Tabi ki güçleri yeterse…
Erdoğan’ın bir başka danışmanının eyalet konusundaki düşüncelerine daha önceki bir yazımızda değinmiştik. Aynı danışman Karatepe, başkanlık rejimine geçilmesi için yapılan ve halkoylamasına sunulan anayasa değişikliğiyle ilgili söylediği sözler çok ilginç.
Karatepe, sorulan bir soru üzerine başkanlık rejimi konusunda çok fazla bilgili olmadığını itiraf ediyor ve uygulamada terslik olması durumunda şunları söylüyor. “Uygularız üç sene, beş sene; baktık olmuyor, toplanır parlamento tekrar değiştirir.”
Karatepe’ye göre devlet, Cumhuriyet yazboz tahtası. Keyiflerine göre değiştirirler rejimin temel dayanaklarını. Halkın geleceğini dilediklerince değiştirirler. Yurttaşların, ülkenin yaşamını tehlikeye düşürme pahasına aklımıza eseni yaparız düşüncesindeler. Bundan da anlaşılıyor ki danışmanların devleti, yurttaşı koruma gibi bir düşünceleri yok!
Şimdi, herkes sanıyor ki cumhurbaşkanının danışmanları, Erdoğan’dan farklı düşünüyorlar. Bakalım, gerçek böyle mi?
“Benim söylediğim şu; güçlü bir Türkiye eyalet sisteminden asla korkmamalıdır. Üniter yapı noktasındaki yaklaşım tarzı aslında bununla alakalı bir şey değil. Siz, eyalet sisteminde de bu üniter yapıyı muhafaza edebilirsiniz. Tamamıyla bunu atıp götürme diye bir şey yok. Federal yapı diyoruz. Federal yapı nedir? Orada toplanıyor zaten. Yani diyelim Osmanlı ‘Kürdistan, Lazistan’ demiş. Bizim ‘Kürdistan, Lazistan’ dememize gerek yok. Biz, şimdi nasıl coğrafi bölgelerimiz var, bu bölgeler sistemi içinde değerlendirebiliriz. Böyle bir yaklaşım tarzı güçlü bir Türkiye için faydalı olabilir.” RTE, 2013’te özel bir televizyon kanalında söylüyor bu sözleri. Konuşmadaki cümle bozuklukları ilginizi çekmiştir. Beş yüz sözcüğü aşmayan bir sözcük dağarcığıyla Türkiye’nin geleceğini yönlendirmekte.
Üniter devletle eyalet sistemini bilmediği belli Erdoğan’ın. Bu iki sistem birbirinin karşıtı. Ama ne yazık ki RTE, kendisine verilen reçete gereği eyalet sistemini uygulayacak ya, üniter yapı ile eyalet düzenini birbirinin içine sokup aklınca halkı ikna edecek. İkna edecek yerine, kandıracak demek daha doğru.
Türk Milleti, geleceğini tehlikeye atacak projelere dur demeli. Eyalet sistemi, ülkenin bölünmesi demek. Bölünmek kan, acı, gözyaşı demek. Emperyalizmin de amacı “Böl, parçala, yönet!” değil mi? Buna karşı ulus devletimizi daha da sağlamlaştırmak değil mi görevimiz? O zaman ne duruyoruz? Bölünmeye gidecek yolları kapamak için dört elle çalışmalıyız. 29 Ekim yerine yeni bayramlar türetecek kökü dışarda zihniyete geçit vermeyelim. İşte, 16 Nisan bunun için çok önemli…
                                                           Adil Hacıömeroğlu

                                                           15 Nisan 2017

BAŞKANLIK REJİMİ, ABD PROJESİDİR


Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başdanışmanlarından ve başkanlık rejimi ile ilgili anayasa değişikliğinin hazırlayıcılarından Şükrü Karatepe, Çin benzeri eyalet önerisinde bulundu.  
 “Şehir yönetiminin başkanlık sistemine uyumlu hale getirilmesi için düzenlemeler yapılırken, büyük şehirlerin hizmetler alanında değişen rolü dikkate alınarak, şehir yönetimi yeniden tanımlanmalıdır. Bu tanımlama yapılırken büyükşehir belediye başkanına doğrudan ‘şehir başkanı’ veya ‘büyükşehir başkanı’ gibi bir ad verilmelidir. Bütün şehirde (30 büyükşehir) özel idarelerin kalkması ve iki başlı yürütmenin sona ermesi ise başkanlık sisteminin tam olarak kurulması yolunda atılan önemli bir adımdır.” Bu sözler, Karatepe’ye ait. Açıkça eyalet sistemini savunmakta. Eyalet sistemi demek, Türkiye’nin hızla bölünmeye gitmesi demek.
Dünyada eyalet sistemiyle yönetilen ülkeler yok mu? Var… Peki, bu ülkeler, daha demokratik olalım diye mi eyaletlere ayrıldılar? Hayır… Bu ülkeler kurulmadan önce her eyalet ayrı bir devletçikti. Bunların birleşmesiyle merkezi devlet oluştu. Buna ABD, Yugoslavya, Sovyetler Birliği ve Almanya’yı örnek gösterebiliriz. Bunlardan ikisi dağıldı, yok artık. Eyalet sistemi olan ülkeler, devleti oluşturan halkların ayrılıkları üzerine kuruldular.
Türkiye gibi üniter (ulus) devletler ise kuruluşları sırasında farklı etnik köken ve inanç gruplarının ortak paydası üzerine kuruldular. Bu birlikteliği bozacak özerklik, eyalet… ve benzeri gibi yapılar paydayı geçersiz kılar ve ulus devlet dağılır. Eyalet/özerklik ve başkanlık bu nedenledir ki yıllardır ABD ve AB tarafından Türkiye’ye dayatılmıştır. Emperyalizmin buradaki asıl amacı. Kürdistan’ın (İkinci İsrail’in) kurulmasına giden yolun açılmasıdır. Bu nedenle başkanlık rejimi, ABD projesidir ve Türkiye’ye bölmek içindir.
CİA Eski Türkiye Şefi Paul Henze, 2006’da şunları söylüyor. “Türkiye’nin bu şekliyle, Amerikan politikalarının yanında olacağından emin olamayız. Ülkeyi kuranlar denetim mekanizmasını çok sıkı tutmuşlar. Hükümeti ikna ettiğimizde, Meclis; Meclis’i ikna ettiğimizde, ordu; orduyu ikna ettiğimizde, yargı karşımıza geçebiliyor. Eğer Amerika’nın çıkarı Türkiye’de bir federal devlet kuruması ise mutlaka ve öncelikle yargı, ordu, meclis ve hükümeti tek elde toplayan başkanlık rejimine geçilmelidir.
Bir kişiyi ikna etmek, birbirini denetleyen yapıyı ikna etmekten çok daha kolay olacaktır. Eğer o bir kişi Amerikan çıkarlarına yardım etmek konusunda tereddüt ederse, bir kişi üzerine kurulmuş yapıyı yıkmak Amerika için sorun olmaz.”
Son günlerde yapılan tartışmalara dikkat edelim. AKP’liler “eski rejimi” eleştirirken hep yargı, ordu, Meclis’ten çıkan hükümet, farklı kesimlerin temsiliyle oluşan TBMM’yi hedef almıyorlar mı? “Vesayet rejimi” diyerek TBMM, TSK ve yargıyı etkisizleştirmek istemiyorlar mı? Başkanlık rejimini savunanların söylemleriyle CİA Şefi Henze’nin görüşlerinin bu kadar örtüşmesi rastlantı mıdır acaba?
Ey başkanlık rejimine “Evet” oyu verecek vatansever kardeşim, arkadaşım, yurttaşım; sana, milletine oynanan oyunu gör artık! 16 Nisan’da “Evet!” diyeceğin anayasa değişikliği bir ABD projesidir. Bu projeyle Türkiye teslim alınacak ve bölünme sürecine girecek. Bu Amerikan oyununu milletçe bozmak zorundayız. Amerikan tuzağına düşmeyelim ki Türk Milleti huzur içinde, birlikte sonsuza dek yaşasın.
                                                                       Adil Hacıömeroğlu
                                                                       13 Nisan 2017
                                                          




SÖMÜRGE VALİLİĞİNDEN BAŞKANLIĞA


ABD, İngiliz sömürgesiydi. 1775’te İngilizlere karşı bağımsızlık savaşını başlattı. Bu savaşı kazanarak bağımsız oldu. Sömürge olduğu dönemde ABD’yi Büyük Britanya’nın atadığı vali yönetiyordu. Bağısız olunca sömürge valisinin yerine başkan geldi. Eyaletler, bir araya gelerek Birleşik Devletleri oluşturdular. Eyaletleri valiler yönetmekte. Başkan da eyaletlerin tümünün ortak başkanı.
Brezilya, Portekiz sömürgesiydi. Ülkeyi sömürge valisi yönetiyordu. 7 Eylül 1822’de bağımsızlığını kazandı. Sömürge valisinin yerine başkan geldi. Brezilya, federal bir Cumhuriyet.
Güney ve Orta Amerika ülkelerinin Brezilya dışında, neredeyse tümü İspanyol sömürgesiydi. İspanya bu ülkeleri sömürge valileriyle yönetiyordu. Art arda bağımsızlık savaşı verip bağımsız oldular. Bağımsızlık savaşlarından sonra valiler gitti, başkan geldi.
Endonezya; Portekiz, İspanya, Hollanda ve İngiltere’nin sömürgesi oldu. Yıllarca sömürge valileriyle yönetildi. Hollanda’dan bağımsızlığını kazandıktan sonra sömürge valisinin yerine başkan geldi.
Filipinler, yıllarca İspanyol sömürgesi oldu, Kısa süre de ABD sömürgesiydi. Filipin-ABD savaşında bir buçuk milyon Filipinli yaşamını yitirdi. Ardından Japon işgali geldi. II. Dünya Savaşı’ndan sonra bağımsızlığını kazandı. Sömürge valisinin yerini, başkan aldı.
Afrika’nın başkanlıkla yönetilen birçok ülkesi türlü Avrupa devletlerinin sömürgesiydiler. Yıllarca sömürge valileriyle yani tek adamla yönetildiler. Bağımsız olduktan sonra da tek adam yönetimi başkanlarla sürdü.
Neden mi? Çünkü yukarıda örnek verdiğimiz ülkeler, parlamenter sistemi bilmiyorlardı. Köklü yönetim gelenekleri oluşmamıştı.
Parlamenter sistemle yönetilen ülkelerin büyük bir çoğunluğu ne sömürge oldular ne de sömürge valileriyle yönetildiler.
Başkanlık sistemiyle yönetilen ülkelerinin tümünün eski sömürgeler olması rastlantı mı?
Şimdi AKP kalkmış yıllardır parlamenter sistemle yönetilen Türkiye’ye sömürge rejimini getirmek istemekte. Yıllardır süren yönetimsel gelenekleri altüst etmek istemekteler. Peki, Türk Milleti bu sömürgelere özgü olan rejimi kabul eder mi? Etmez.
                                                           Adil Hacıömeroğlu

                                                           10 Nisan 2017

EVET Mİ, HAYIR MI 13?


8 Nisan 2017 günü Bakırköy’de halkoylaması için sahadaydık. Vatan Partisi Bakırköy İlçe Örgütü olarak komşu ilçelerin ve Öncü Gençlik’in de desteğiyle Bakırköy’de kapsamlı bir çalışma yaptık.
Arkadaşlarımızdan bir bölümü, Bakırköy Cumhuriyet Meydanı’nda kaldı. Biz (daha kalabalık olan grup) Meydan’dan yürüyerek, İncirli Caddesi’ni boydan boya geçerek Cumartesi Pazarı’na gittik. Türkiye’nin en kalabalık pazaryeri burası... Neredeyse İstanbul’un tüm ilçelerinden gelen yurttaşlar burada alışveriş yapmakta. Yoğunluk Bakırköy’ün çevre ilçelerinde. Özellikle Bakırköy, Bağcılar, Güngören, Bahçelievler, Esenler, Küçükçekmece, Esenyurt, Başakşehir, Fatih, Zeytinburnu, Beylikdüzü, Avcılar ilçeleri yoğunlukta. Sabahleyin Bostancı-Kadıköy’den Bakırköy’e giden deniz otobüsleri tıklım tıklım… Bakırköy pazarına gitmekteler. Akşam dönüşte deniz otobüslerinde yer bulmak olanaksız. Kadınlar çoğunlukta… Bakırköy’ün en önemli özelliği her sınıfa, her kesime, her keseye uygun alışverişlerin yapılabileceği dükkânların bulunması. Cumartesi Pazarı da böyle... Lüks arabalarla alışverişe gelen de var, yoksul görünümlü yayan yapıldak kişiler de… Çarşaflı, türbanlı, mini etekli, aşırı makyajlı kadınlar yan yana… Pazara gelenlerin yüzde sekseni kadın…
Pazara varınca ikiye ayrılıyoruz. Bir bölümümüz pazarın girişinde duruyor, bir bölümümüzde pazarın içinde dolaşıp bildiri dağıtıyor. Pazara girip çıkanlar çok yoğun. Kalabalığın içinde yitip gidiyoruz. Bildirilerimize yoğun ilgi var. Çünkü “Hayır!” oyunu savunurken vatanın bölünmezliği, milletin birliği vurgusu önde. Bu da RTE’nin “Hayırcılar teröristtir.” saçmalığını boşa çıkarıyor. Bildirimizin ana teması “Hayır’da Birleş!”. Bildiri, Türk Milleti’ni “şer”de değil, “hayır”da birleşmeye davet ediyor.
Bildirilerimiz içinde ikinci bir bildiri daha var, başlığı: “Teröre Kesin Çözüm”. “Evet”i ve bizim dışımızda “hayır”ı savunanların hiçbiri halkoylaması kampanyası sırasında terörle ilgili bir tek söz söylememekteler. Vatan Partisi farkı, burada ortaya çıkmakta. Kupkuru, soyut bir “Evet!” ya da “Hayır!” demiyor. “Hayır!” derken Türkiye’nin öncelikli sorunlarına da çözümler öneriyor.
Pazara gelen yurttaşların büyük çoğunluğunun oyunun rengi belli. Hayırlar, belirgin bir biçimde önde. Kararsız yurttaşlar var arada.
Kişilerin giyimine kuşamına, saçına sakalına bakarak oyunun rengini belirlemek olanaksız. Çarşaflı, türbanlı, fesli, sakallı olup da “Hayır”ı hararetle savunanlar da var. Aşırı makyajlı, dekolteli kızlarla küpeli, günün modasına uygun giyinmiş erkeklerden “evet”i savunanlar da var. Şunu özellikle söylemeliyim ki, Saadet Partisi’nin başkanlık rejimine “Hayır!” demesi çok önemli. Muhafazakâr tabanda hareket yaratmış.
Hayırcıların değişecek anayasa maddeleriyle ilgili bilgileri var. Derslerine çalışmışlar. Evetçilerin tek savunması liderleri RTE gibi… Sürekli suçlama durumundalar… Çoğu evetçi konuşmuyor bile... Sorulan sorulara yanıt vermekten kaçınmaktalar.
Öncü Gençlik’ten Eren Arkadaş’ın bulduğu “Vatan için ‘Hayır!’ diyelim, memleketi birlikte yönetelim.” sloganı güne damgasını vuruyor. Yurttaş bu sloganı benimsiyor. Evetçilerin ilgisini çekiyor. Evetçilerle konuşma fırsatı veriyor bizlere. Bu arada şunu da söylemeliyim. Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in her parti tabanında karşılığı var. Genel Başkanın televizyondaki konuşmaları, siyasal olaylar karşında yaptığı çıkışlar, saptamaların etkisini görmek olanaklı. Sayın Perinçek’in konuşmalarını adım adım izleyenler azımsanmayacak sayıda.
Az kalsın unutuyordum. Hafta içinde yaptığımız esnaf gezileri çok önemli. Esnaf bıkkın, çaresiz… Tutunacak dal aramakta. Ekonomik kriz, çarşıları tüketmekte. Bu nedenle AKP iktidarına karşı büyük bir tepki ve kızgınlık var.
Neyse biz, düne dönelim. Elimizdeki bildiriler tükendi kısa zamanda. Önlüklerimiz ve şapkalarımızla yürüyerek geri döndük. Yolda birçok yurttaş bizleri durdurarak sorular sordu.
Mutluluk içinde arkadaşlarımızla vedalaşırken vatan için güzel bir iş yapmanın erinciyle evlerimizin yolunu tuttuk. Vatan için çalışmak, savaşmak; Türk Milleti’nin birliği için çaba göstermek güzel şey, inşallah herkese nasip olur.
                                                           Adil Hacıömeroğlu
                                                           9 Nisan 2017



TÜRKİYE VE SURİYE’Yİ BÖLME SALDIRISI



ABD, Suriye’nin sivil halka karşı kimyasal silah kullandığını savladı. Tıpkı daha önce Saddam’ı devirmek ve Irak’ı bölmek için ürettiği yalanlar gibi…
Suriye’nin kimyasal silah kullandığı yalanı, Reuters Ajansı ile yayıldı dünyaya. Dünyadaki ABD işbirlikçileri, bu yalana dört elle sarıldı. Bu yalan haber üzerinden Suriye’ye, Haçlı Seferi düzenlemek için harekete geçtiler.
Şimdi, öncelikle şu sorunun yanıtını arayalım: Her şey Suriye yönetimin lehine giderken ve terör grupları yok edilirken Esat, neden kimyasal silah kullansın?
Yukarıdaki sorulara verilecek akılcı yanıtlar, gerçeği ortaya çıkaracaktır. Esat yönetiminin, olumlu giden bir dönemde kimyasal silah kullanması intihar etmesi demektir. Böyle bir şeyi yapması için de aklını peynir ekmekle yemesi gerekir.
Farklı kesimlerin yaptıkları açıklamalara ve bölgedeki gazetecilerin verdiği haberlere göre kimyasal maddenin El Nusra ve IŞİD tarafından depolandığını ortaya koymakta. Suriye’nin El Nusra hedeflerine yaptığı hava saldırısında bu depo patlıyor ve orada yaşayan insanlar etkileniyor. Burada asıl sorulacak soru şudur: El Nusra, İŞİD gibi terör gruplarına kimyasal silahları kimler vermiştir? İnsanları zehirlediği söylenen sarin gazı, hangi ülke topraklarından İdlib’e gitmiştir. Bu arada İdlib’in Türkiye sınırına çok yakın olduğunu da belirtelim.
Başta BM olmak üzere birçok ülke ve kuruluş konunun araştırılmasını istedi. Kimyasal silah kullanımının kimlerce yapıldığı, uluslar arası kuruluşlarca henüz saptanmış değil. Buna karşın, ABD’nin araştırma sonuçlarını beklemeden saldırıya geçmesi hukuk dışı haydutluktur.
Saldırıdan bir gün önce RTE’nin ABD’ye destek vererek, saldırganı yüreklendirmesi ilginçtir. Yine saldırıdan sonra hükümet sözcüsü Kurtulmuş’un, ABD’yi haklı bulup desteklemesi dikkat çekicidir. ABD saldırısına, ilk destek açıklaması İsrail’den geldi. Böylece AKP ve İsrail, ABD’nin kucağında yan yana Suriye’nin ulusal bütünlüğünü bozmak için bir aradadırlar. Asıl amaç, Suriye’yi bölmektir. Tabi, Suriye bölününce sıra Türkiye’ye gelecek. Bu arada AKP ve RTE’nin İsrail karşıtlığının aldatmaca olduğunu söyleyelim.
ABD, İsrail, AKP; Esat yönetiminin çekilmesini istemekteler. Peki, Esat giderse kim gelir? Biz söyleyelim: IŞİD ve PYD/PKK... Suriye bölünür, paramparça olur. Ortadoğu’da huzur kalmaz. Türkiye’nin temel politikası Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumak olmalı. Bu nedenle de ABD-İsrail’in Suriye’yi bölme planlarına karşı çıkmalı, bölge ülkeleriyle yan yana olmalı.
ABD saldırısı, Washington yönetiminin çaresizliğini göstermekte. Dünya liderliğini yitirirken “Yıkılmadım, ayaktayım.” demekte. Şu bir gerçek ki, ABD artık dünya siyasetini belirleyemiyor.
ABD’nin vurduğu Şayrat Hava Üssünü geçtiğimiz günlerde İsrail’de vurmuştu. ABD’nin bu üsse füzelerle havadan saldırdığı sırada IŞİD’in de karadan saldırıya geçmesinin altı çizilmeli. ABD’nin IŞİD’le savaşı göz boyama. Şam yönetimine karşı ABD, İsrail, IŞİD omuz omuza savaşmakta. Ey Erdoğan sen ABD, İsrail, PYD/PKK ve IŞİD’in safında mısın; yoksa Türkiye’nin yanında mısın? Emperyalistlerle kol kola gezmek, onların çıkarları uğruna Türk Milleti’nin birliğini bozmak için mi başkan olmak istiyorsun? Hadi, söyle bakalım!
                                                                       Adil Hacıömeroğlu
                                                                       7 Nisan 2017

MİLLİ İTTİFAK

                                               
Cumhurbaşkanı Erdoğan 5 Nisan 2017 günü konuştuğu 37. Muhtarlar toplantısında “AK Parti, MHP, BBP, CHP ve Saadetli kardeşlerime sesleniyorum. Gelin 16 Nisan’da milli bir ittifak yapalım.” dedi.
 Evet, çok haklı Erdoğan… Türkiye’nin dört bir yandan kuşatıldığı, emperyalist oyunların üst üste tezgâhlandığı bir dönemde milli ittifak gerekli. Hele Türkiye’nin bölünme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu bir zamanda milli ittifaktan başka yapacağımız bir şey yok!
Türkiye’nin başındaki terör ve ekonomik kriz belasından kurtulmasının yolu, milli ittifak…
Bugüne dek bütün sorunlarımızı milletçe el ele vererek aştık. Bugün de önümüzdeki sorunları milletin birliğiyle aşacağız.
Tam da milli birliğe gereksinme duyduğumuz bir dönemde “evetçi” ve “hayırcı” diye milleti bölmenin ne gereği var?
Türk Milleti, halkoylamasında milli ittifakı oluşturmuş durumda. CHP, VP, SP, DP, DSP, MHP tabanının yüzde sekseni, BBP tabanının ezici çoğunluğu, AKP tabanının önemli bir bölümü, Güneydoğu’da terörden yaka silkmiş yurttaşlarımızın hepsi milli ittifakın içinde. Türkiye’yi bölecek başkanlık rejimine “Hayır!” demek için var güçleriyle çalışmaktalar. Bu nedenle de vatanı savunmaktalar. Bu milli ittifakın içinde yalnızca siz yoksunuz Sayın Erdoğan. Binali Bey’i de alın, gelin milletin safına. Milli ittifak tamamlansın!
Nasıl mı Türk Milleti’nin safına, milli ittifaka dâhil olacaksınız? Çok kolay… Çıkacaksınız televizyona “hayır” oyu vereceğinizi söyleyeceksiniz. Böylece de milli ittifakın içindeki onurlu yerinizi alacaksınız. Hem de size kurulan tuzağı bozacaksınız.
Milletin yanında yer almak kadar mutluluk verici bir şey var mıdır?
                                                                       Adil Hacıömeroğlu
                                                                       6 Nisan 2017



ADI OLMAYAN MİLLET OLUR MU?

                                   
Cumhurbaşkanı Erdoğan,  1 Nisan 2017 günü Diyarbakır’da konuştu. Erdoğan’ın Diyarbakır’a gitmesinin görünür amacı, orada yapılan devlet yatırımlarının toplu açılışıydı. Ancak toplu açılış bahane… RTE, anayasayı, seçim yasasını bir yana bırakarak tarafsızlığını yok sayarak ve devlet olanaklarını sonuna dek kullanarak halkoylaması için “evet” oyu istemeye gitti.
Erdoğan, Diyarbakır’da HDP/PKK tabanının oyunu almak için ilginç iletiler verdi. Her zaman yaptığı gibi Güneydoğu’da farklı, Karadeniz’de farklı konuştu. Diyarbakır’da bölücülüğe selam çaktı, iki gün sonra da Trabzon’da milliyetçi duyarlılığa seslendi.
RTE, Diyarbakır konuşmasında: “Dikkat ediniz Türk demiyoruz, Kürt demiyoruz, Çerkez, Laz, Boşnak, Roman demiyoruz. Hepsini içine alan bir ifade kullanıyoruz. Tek millet diyoruz. Seksen milyonuyla tek millet.” Bu sözler, Erdoğan ve AKP’nin Türk Milleti’ni inkârıdır. Türk Milleti’ni yok sayarak bölücü örgüte şirin görünme çabasıdır. Koltuğunu korumak adına Türkiye’nin birliğini feda etme anlayışıdır. Böylesi bir anlayıştan Türkiye’ye yarar gelir mi?
Türk Milleti’nin türlü etnik kökenden ve farklı inançlardan oluştuğu bilinmektedir. Tıpkı dünyanın diğer ülkelerinde olduğu gibi… Ancak her milletin olduğu gibi, Türkiye’de yaşayan milletin de bir adı var. Bu da Türk Milleti’dir. Nasıl Alman, İngiliz, Fransız, İtalyan, İspanyol, Rus, Arap milleti varsa Türk Milleti de vardır ve tarihin en eski milletidir. İnsanlık tarihinin her döneminde tarih yazan bir millettir Türkler. Türkiye’nin başında olan bir kişinin bu gerçeği yadsıması kabul edilemez.
Türk Milleti kavramını ortadan kaldırırsanız, Türkiye’yi bölersiniz, ülkeyi etnik çatışmaların girdabına sürüklersiniz. Etnik ayrımcılığı, milletin birleştiriciliğinin önüne koyarsanız yönettiğiniz ülkeyi kendi elinizle bölersiniz. RTE; Diyarbakır konuşmasıyla anayasal görevi olan devletin birliğini korumayı ihlal etmiştir. Bu da anayasal suçtur.
Erdoğan ve diğer AKP sözcüleri, Kandil’in başkanlık sistemine “Hayır!” dediğini her vesileyle vurgulayarak “Hayırcıları” bölücülük yapmakla suçlamaktalar. Peki, Diyarbakır’da Türk Milleti’nin adını bir çırpıda silip yok edenlerin bölücü örgütle nasıl bir dirsek teması içinde oldukları apaçık ortada. Aynı tanımı iki sonra neden Trabzon’da tekrarlayamadın ey Erdoğan? Trabzon’da da seslendiğin kitleye “Türk demiyoruz, Kürt demiyoruz… tek millet diyoruz. “ deseydin ya. Evet, Türkiye’de tek millet var. Onun adı da Türk milletidir. Etnik kökeni, inancı ne olursa olsun Türkiye’deki herkes Türk Milletinin onurlu yurttaşlarıdır.
Diyarbakır’da bölücülerin dilini kullanacaksın, Trabzon’da milli duyguları öne çıkaracaksın… Böylesi bir davranış, tutarlılık mıdır? Koltuğunu korumak için Türkiye’nin ulusal bütünlüğünü tehlikeye atmak vatanseverlik midir?  İşte sırf bu nedenle, bu tutarsızlık yüzünden başkanlık anayasasına “Hayır!” demek zorundayız. Benim milletimin adını bile söyleyemeyen bir cumhurbaşkanın başkan olması için neden “evet” diyeyim ki?
                                                                       Adil Hacıömeroğlu
                                                                       5 Nisan 2017


EVET Mİ, HAYIR MI 12?

                                               
29 Mart 2017 günü Pendik’teydim. Yaklaşık otuz yıldır görmediğim eski bir arkadaşımın ziyaretine gittim. Arkadaşımın taksi durağı var orada. Taksi durağının çalışanları, sürücüler. İçtenlikli bir ortam... Herkes ekmeğinin peşinde…
Yemek, çay derken ister istemez söyleşi, siyasete kayıyor. Siyaset denince de gündem: halkoylaması… Durakta dönüşümlü olarak on beşe yakın kişiyle konuştuk. Dönüşümlü dememin nedeni şu… Müşterisi çıkan taksici ayrılıyor aramızdan. Müşteri beklemeye gelen ise katılıyor aramıza.
Birkaç kişinin dışında herkes evetçi… Hem de çok hararetli savunmaktalar başkanlık sistemini… Aslında başkanlık sistemini savunmuyorlar, savundukları Erdoğan. Halkoyuna sunulan anayasa değişikliğinin içeriğiyle ilgili fazla bilgileri yok. Televizyonlardan dinledikleri yarım yamalak bilgilerle savunmaktalar görüşlerini. Savunurken de daldan dala atlamaktalar. Bir konunun üzerinde tartışma huyları yok! Bir konuya girdiklerinde özellikle CHP ve Cumhuriyet aleyhinde ne işitmişlerse hepsini bir çırpıda söyleme eğilimindeler. Okuma, araştırma, yorumlama alışkanlıkları olmadığından lider diye benimsedikleri kişilerin söyledikleri onlar için kutsal metinler gibi…”Lozan, on iki ada, iç isyanların bastırılması, istiklal mahkemeleri, darbeler, Misak-ı Milli…” aklınıza ne gelirse her şey tartışma konusu oldu.
Zor olsa da bir konu üzerinde odaklanarak tartışmayı sağladık saatler sonra. Halkoylamasında “evet” oyu verecek olmalarındaki ana neden Erdoğan’ı ABD ve AB’yi dize getirdiğini düşünmeleri. RTE’nin “Ey Hollanda, Ey Almanya…”   diye başlayan söylevleri onları etkilemekte. Almanya, Hollanda krizleri evet oylarını artırmışa benziyor. RTE’nin bu ülkelerle olan gerilimi bilerek tırmandırmasının nedeni de bu durumu görmesidir.
Konuşmalarımız sırasında RTE’nin, Fırat kalkanı ve PKK’ya karşı verdiği hendek savaşının ABD’ye karşı bir tavır olduğunu, desteklenmesi gerektiğini söyledik. Ancak RTE’nin sağlam bir duruşunun olmadığını Atlantik ile Avrasya arasında sürekli yalpaladığını vurguladık. Düzeysiz konuşmalarıyla Türkiye’yi dünyadan tecrit ettiğini belirttik.
Başkanlıkla ilgili halkoylamasının Türkiye’yi “evetçi” ve “hayırcı” olarak böldüğünü dile getirdik. Oysa bugünlerde en çok birliğe gereksinimimiz var. Emperyalizmin ülkemize ve bölgemize yönelik saldırıları ancak birlik halinde püskürtülür. Cumhurbaşkanı da milletin birliğini temsil eder en üst noktada. Ama birliği temsil etmesi gereken cumhurbaşkanının, milleti “evetçi” ve “hayırcı” olarak bölmesi yakışık alır mı?
Ziyaretim altı saati aşmıştı. Bir de baktık ki hava çoktan karardı. Saat yirmi olmuş. İzin isteyip kalktım. Vedalaşmamız içtenlikliydi. Yeniden çağırdılar beni. Ardımda birçok soru işaretini bıraktığımın farkındaydım.
Pendik’ten Bostancı’ya dönüşüm epey zaman aldı. Akşam saatleri… Cadde ve sokaklarda in cin top oynamakta. Minibüs müşterisi yok. Bindiğim minibüs neredeyse her sokağın başında durup yolcuların yolunu gözlemekte. Ama ne yazık ki yolcu bulamıyor. Tabi, bu arada minibüsçü ile sohbetimiz ilerliyor. Genç sürücüye: “Yolcu niye yok?” diyorum.”
O: “Kriz var abi…” diye mırıldanıyor.
Ben: “Devleti yönetenler ‘Kriz yok!” diyorlar.”
O: “Onlara kriz yok, kriz bize.”
Ben: “Halkoylamasında evet mi, hayır mı diyelim?” diye sordum.
O: “Ben oy kullanmayacağım abi. Bugüne kadar hiç oy vermedim.” dedi.
Ben: “Neden?” dedim.
O: “Oy versem de bir şey değişmez.” diyerek yanıtlıyor beni.
Ben, bir oyun neleri değiştirebileceğini uzun uzun anlattım. Sonunda oy vermeye gideceğini söyledi. Gözleri parladı. Kendisinin vereceği oyun gücüne inanmanın özgüvenini duyumsadım duruşunda.
Bostancı’ya gelmiştik. İneceğimi söyledim. Biraz buruldu sanki… “Hayırlı işler!” diledim.
O da: “Sağol abi, hayırlı olacak inşallah!” diyerek gülümsedi.
İndim minibüsten el salladım ona. Mutlulukla yanıtladı beni. Ben de neşeyle evin yolunu tuttum. Eve gelip birkaç lokma bir şeyler yedikten sonra bilgisayarımı açtım. Facebook’ta birçok arkadaşlık isteği var olduğunu gördüm. Bunlardan üçü taksici arkadaşlardan… Memnuniyetle onayladım arkadaşlık isteklerini. Erinç içinde uyuyabilirdim artık. Ben de öyle yaptım.
                                                                       Adil Hacıömeroğlu
                                                                       3 Nisan 2017