EVET Mİ, HAYIR MI 11?

                                               
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 28 Mart 2017 günü Sarıyer İlçesinde bulunan Hacıosman metro durağındaki hayır çadırını ziyaret etti. Bu çadırın üzerinde parti adı yazmasa da CHP’ye ait olduğu bilinmekte. Erdoğan’ın hayır çadırına gitmesi altın bir fırsattı. Ne yazık ki bu fırsat değerlendirilemedi.
Erdoğan, soruyor hayır çadırında bulunanlara: “Niye hayır diyorsunuz?”
Yanıt: “Çağdaş bir yaşam için hayır!”
Tam da RTE’nin istediği bir yanıt.
Erdoğan : “Çağdaş bir yaşam yok mu şu anda?”
Yanıt: “Bence yok!”
Bu tartışma, “Çağdaş yaşam bence yok!” “Bence var!” biçiminde günlerce sürebilir ve bir sonuca ulaşmaz. Tam da Erdoğan ve AKP’lilerin istediği bir tartışma… Kutuplaştırıcı, ikna edici olmayan, AKP tabanına “hayır”ı anlatamayan bir tartışma biçimi.
Hayır çadırındakiler, karşı çıkışlarını sürdürüyor: “Demokrasi, Cumhuriyet, Atatürk ilkeleri, kadın hakları…” üzerinden. Bunlar soyut kavramlar… Bu söylemle AKP tabanında “evet” oyu verecek yurttaşlar, “hayır”a  ikna edilemez.
Erdoğan: “On dört senedir bu ülkeyi yönetiyoruz. Biz geldiğimiz zaman bu parlamentoda kaç bayan vardı?
Yanıt yok! Bu on dört yıl boyunca AKP’deki kadın milletvekili sayısı, ne yazık ki CHP’de olanlardan daha çok.
Hayır çadırındaki bir yurttaş, “AKP döneminde Türkiye’de birlik beraberliğin çöktüğünü” söylüyor. Buna karşılık olarak Erdoğan: “Bana şu olay bizi böldü, parçaladı diyemiyorsun.”
Yanıt: “Somut olarak şudur; Yavuz Sultan Selim köprüsü isminin verilmesi Alevi yurttaşlarımızı aşırı derecede üzmüştür…” Bu yanıt tam da RTE’nin istediği şey. Yavuz’un tarihsel kişiliği üzerinden yükleniyor. AKP tabanındaki kararsız seçmene Sünnilik üzerinden iletilerini gönderiyor. Bu arada hiç yeri değilken Kılıçdaroğlu’nun Alevi olduğunu da sözlerine ekliyor. AKP’li kararsız seçmene; “Bakın, ‘hayır’ oyu verirseniz oyunuz Kılıçdaroğlu’na gider.” iletisini ulaştırıyor. Zaten RTE’nin, AKP’nin en iyi yaptığı şey mezhepçilik… Hem Türkiye’de hem de Ortadoğu’da… Türkiye nüfusunun neredeyse yüzde doksanını oluşturan Sünni kesimin büyük bir bölümü için Yavuz Sultan Selim, olumsuz bir figür değil. Tersine bir kahraman fatih olarak benimsenir Yavuz. Tartışma zemini, böylece Erdoğan’ın istediği noktaya geliyor hızla.
Erdoğan’ın “Niye hayır diyorsunuz?” sorusuna, çadırdakiler: “Sayın Cumhurbaşkanım, size ABD_FETÖ’nün kurduğu başkanlık tuzağını bozmak, sizi ve Türkiye’yi bu tuzaktan kurtarmak için “Hayır!” diyoruz. Ayrıca sizin de bildiğiniz gibi hayır da hayır vardır. Hayır işlemek sevaptır” deselerdi tartışma nereye giderdi, Erdoğan bu kadar rahat olur muydu? Ayrıca bu tümce AKP tabanını, “hayır”a ikna etme konusunda etkili olmaz mıydı?
“Birlik beraberliğin bozulduğu” konusuna gelince… Türkiye’nin ABD tetikçisi FETÖ ve PKK ile savaştığı bir dönemde, ekonomik krizin ülkemizi sıkıştırdığı bir zamanda halkoylaması Türk Milleti’ni “evetçi ve hayırcı” olarak böldü. Bu halk oylamasının zamanı mıydı? Bizim böylesi bir dönemde birliğe, sizin de dediğiniz gibi 15 Temmuz ruhuna ihtiyacımız var değil mi Sayın Cumhurbaşkanım?” denseydi, RTE’nin verecek yanıtı olabilir miydi?  Böylesi bir yaklaşım, halkoylamasını Sarıyer’de bitirirdi.
Kılıçdaroğlu, RTE’nin çadır ziyareti konusunda “Oradaki insanlar da Sayın Cumhurbaşkanına umarım saygısızlık yapmamışlardır.” diyerek çadırdaki partililerine güvensizliği ifade etmiştir. Çünkü düşünsel alandan çok, kişisel alanda sürdürülen bir iktidar-muhalefet mücadelesinde saygısızlıkların çokça olması büyük bir olasılık.
Sarıyer’deki CHP çadırı, ayağına gelen kısmeti tepmiştir. CHP, muhalefet stratejisini gözden geçirmeli ve üyelerini Türkiye’nin gerçek gündemiyle ilgili siyasal bir eğitimden geçirmeli.
                                                                       Adil Hacıömeroğlu
                                                                       30 Mart 2017





EVET Mİ, HAYIR MI 10?

                                               
24 Mart 217 Cuma günü Bakırköy’de bir avukat yazıhanesindeyiz. Avukat Bey, önceden İstanbul’un bir ilçesinde MHP ilçe başkanlığı yapmış. Ülkücü hareket içinde doğup büyümüş adeta. Milliyetçi-ülkücü çizgisinden hiç sapmamış. Ailecek ülkücüler… Kardeşlerinden bazıları MHP ve Ülkü Ocakları’nda yöneticilik yapmış.
Selam sabahtan, hal hatır sormadan sonra hemen konuya giriyor çaylarımızı yudumlarken. “Durum nasıl?” diye soruyor.
Ben: “İyi…” diyorum kestirmeden ve bir soruyla karşılık veriyorum: “Sizin cenahta durum nedir? Ülkücülerin yüzde kaçı ‘Evet!’ der?”
Avukat arkadaş, hiç düşünmeden yanıtlıyor beni: “Ülkücü hareketin yüzde seksenden fazlası hayırcı…”
Ben: “Hayır’ın yanında yer almak şeri yok eder.” diyorum gülümseyerek. “Türk Milleti hayırda birleşiyor.” tümcesini de sözlerime ekliyorum. O, kahkahalar atıyor benim bu sözüm karşısında.
“Ülkücüler, halkoylamasında ‘Hayır!’ diyerek Genel Başkan Bahçeli’ye ters düşmüş olmuyorlar mı?” diye sordum.
Avukat Bey: “Hayır!” diyor kararlı bir sesle. “Biz, genel başkanımızın işaretiyle ‘Hayır!’ diyoruz.” sözünü söylerken ben biraz şaşkınlıkla soruyorum ona: “Nasıl oluyor bu?”
O, Bahçeli’nin anayasa değişikliği TBMM’den geçtikten sonraki açıklamasını anımsatıyor bana. “Bahçeli, ‘Benim tek oyum var, o da evet olacaktır.” demedi mi?
“Evet, dedi.”
“İşte, bu sözüyle Bahçeli, tabana ‘İstediğiniz gibi oy verebilirsiniz.’ iletisini verdi. Tabanı serbest bıraktı. Ülkücüleri bağlayıcı konuşmadı. Bize, ‘Evet oyu verin!’ demedi.” diye açıklamada bulundu avukat arkadaşım.
Avukat Bey’in dedikleri kendi içinde mantıklı. Söyleşimiz bittikten sonra yazıhaneden vedalaşarak ayrıldım. Bir alışveriş merkezine gittim. Burada bir pastanede uzun süredir görmediğim ülkücü cenahtan üç arkadaşım derin söyleşide. Selam verdim. Beni görünce ayaklanıp masalarına davet ettiler. “Muhabbetinizi bozmayayım.” dedim. “Olur mu Hocam, tam size göre bir muhabbet, buyurun!” dediler. Oturduk. Konu, halkoylaması doğal olarak… Devlet geleneklerinin değiştirilmek istenmesi kaygılandırmakta herkesi. Bu duruma, millet olarak karşı koymak gerektiği üzerinde durduk. “başkanlık sistemi” dayatmasının emperyalizmin isteği olduğu konusunda hemfikir olduk.
Avukat Bey’in söylediklerini aktardım masamdakilere. Hak verdiler adını da söylediğim avukata. Ama bir şeyi de eklediler: “Ülkücü tabanın ‘Hayır’ refleksi, Türk Milleti’nin emperyal projelere başkaldırısında çok önemli.” (Sağ kesimde yer alan yurttaşlarımızın dilleri “emperyalizm” sözcüğünü söylemeye alışık değil, şimdilik “emperyal” sözcüğüyle yetiniyorlar. Ama zamanla “emperyalizm” sözcüğüne de alışır dilleri.)
Masadakilerin hepsinin ortak düşüncesi, Türk Milleti’nin neredeyse her türlü siyasal kesiminin birlik içinde davrandığı. Ben, bu düşünceyi formüle ediyorum: “Hayırcılar; CHP, VP, SP, DP, ANAP, MHP (Partinin yüzde sekseni), AKP (Parti tabanının yüzde yirmisi ve az da olsa bir kısım yöneticiler), BBP (Parti tabanın neredeyse tümü) ve birçok dernek, sendika, meslek kuruluşu bir arada. Aslında 15 Temmuz’da sokağa çıkan kesimler birlikte. Yani dün PKK ve FETÖ’ye karşı savaşım verenler kol kola başkanlık dayatmasına karşı. Bu görüntü RTE’yi çok rahatsız etmekte. Belki o da içten içe ‘Hayır çıksa da ben de kurtulsam!’ diyordur.”
Sözlerim kahkahalara boğdu masayı. Kalkma zamanı gelmişti. Vedalaşıp ayrıldık birbirimizden. Herkes farklı yönler gitti. Tıpkı Oğuz Kağan’ın oğulları gibi... Denize doğru yürürken mutluydum. Çünkü milletimin evlatlarının vatan sevgisi özgüvenimi, umudumu gittikçe artırmakta. Büyük milletler kolay yıkılmazlar. Onları ayakta tutan binlerce yıllık gelenekleri var. Bunun içindir ki emperyalizm geleneklerimize, insanlığımıza saldırmakta.
                                                           Adil Hacıömeroğlu
                                                           26 Mart 2017



EVET Mİ, HAYIR MI 9?

                                               
İçinde bulunduğumuz haftada türlü kesimlerle halkoylamasıyla ilgili görüş alışverişinde bulunduk. Az konuşup çok dinledik. “Halkoylaması” diyorum, çünkü yabancı kökenli “referandum” sözcüğünü kullanmak ağırıma gidiyor. Bir sözcüğün, Türkçesi varsa neden yabancı kökenlisini niye kullanalım ki?
Kadıköy’den Pendik otobüsüne bindim. Boş bir koltuk gördüm, cam tarafında oturan beyefendiye selam vererek oturdum. Gazetemi açtım, okumaya başladım. Trafik çoğu zaman olduğu gibi sıkışık… Yol boyunca “Evet, Hayır” pankartları uzanmakta. Yanımdaki kişi, pankartları bana göstererek “hayır” oyu vereceğini söyledi. Gazetemi katlayıp dizlerimin üzerine bıraktım. Yanımdakine: “Neden hayır oyu vereceksin?” sorusunu yönelttim. O: “Tayyip Erdoğan çok şımardı, her şeye sahip olmak istiyor.” dedi. Ben sormadan bugüne dek yapılan seçimlerde hep AKP’ye oy verdiğini de ekledi sözlerine. Yetmiş dört yaşında biri… Yıllarca esnaflık yapmış. Bu halkoylamasında Erdoğan’a halkın “Dur!” demesi gerektiğini anlattı uzun uzun.
Salı günü Anadolu yakasında bir kamu hastanesindeyim. Bir erkek hemşire… Elinde Memur Sen yazılı bardakta çayını yudumlamakta kendilerine ayrılan bölümde. Bana da Memur Sen yazılı bir bardakla çay ikram etti. Kabul ettim, bu güzel ikramı. Söyleştik dereden tepeden. Konu, halkoylamasına geldi. Sordum karşımda oturan genç adamın görüşünü. Yanıtladı kestirmeden. “Hayır!” diyeceğim. Çünkü Erdoğan ve AKP sözcülerinin karşı tarafı terörist olmakla suçlaması çok ağırıma gidiyor. Can ciğer arkadaşlarım var “Hayır!” diyecek. Hastanemizin doktorlarının çoğu hayırcı... Bu güzel insanlardan terörist olur mu ağabey?” Ben de “Olmaz!” dedim. Memur Sen yazısı bulunan bardakları gösterdim ona. O yanıtladı beni: “Ben Memur Sen’in işyeri temsilcisiyim. Ama bu durum benim kararımı etkilemez.” dedi büyük bir özgüvenle.
Üçüncü konuştuğum kişi benim doğup büyüdüğüm köyden, bir inşaat işçisi. Ailesi 12 Eylül darbesinden önce CHP’liydi. Şimdi AKP’ye oy vermekteler. Erdoğan’ı çok seviyorlar ve sonuna kadar savunmaktalar. Telefon görüşmemiz bir saate yakın sürdü. Ben ona halkoylamasında neyi oylayacağımızı sordum. Ne yazık ki bilgisi yok anayasa değişikliğiyle ilgili. Telefonda kısaca açıkladım konuyu. Söylediklerimi şaşkınlıkla dinledi. Ona dedim ki: “Önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimini Erdoğan’ın kazanmasının garantisi var mı? Ya da RTE’nin bin yıl yaşayacak bir durumu var mı?” O: “Yok ağabey, yarının ne olacağını bilemeyiz. Bunu Allah bilir.” dedi. “O halde yarın istemediğimiz, sevmediğimiz, güvenmediğimiz biri bu yetkilerle o koltuğa oturursa ne yapacağız?” sorusunu yönelttim ona. “Böylesi bir durum felaket olur.” dedi. Neredeyse çığlık atarak. Ben sormadan yanıtladı beni: “Hayır demeliyiz. Evet dersek yanlış yaparız.”
Çarşamba günü Anadolu yakasında bir taksiye bindik. Taksici Rize Kalkandereli… Kayıtsız, koşulsuz Tayyipçi… Yanımda CHP’li bir arkadaşım var. Arkadaşım, taksiciye halkoylamasında ne yapacağını soruyor. Taksici, evet oyu vereceğini, söylüyor kararlılıkla. Arkadaşım: “Neden?” diyor. Dikiz aynasından gördüğüm iki renkli göz sinirli bir biçimde “Canım istediği için…” diyerek tersliyor arkadaşımı. Devreye ben giriyorum.
“Bak hemşerim, Tayyip Erdoğan’a büyük bir tuzak kurulmuş. Erdoğan’ı bu tuzaktan kurtarmalıyız.” dedim. Taksici, arkaya dönüp benimle göz göze geldi. Ben sürdürdüm konuşmamı: “Başkanlık sistemi, hem Türkiye’ye hem de RTE’ye ABD-FETÖ tarafından kurulan bir tuzak. Bu Amerikan projesi.,, Amaç, 15 Temmuz’da yıkamadıkları RTE’yi yıkmak, Türkiye’yi parçalamak.” Sözümü bitirir bitirmez o birden atıldı. Yemin billah ederek “Bak ağabey, bu dediklerini ben de düşündüm. ‘Bu işin içinde bir bit yeniği var.’ dedim kendi kendime. Bu düşüncemi duraktaki arkadaşlarla da paylaştım.” der demez telefona sarıldı, taksiyi sağa çekti. Biz, arkada şaşkınız. Telefonu yanıtlandı hemencecik. O: “Hal hatır sormadan telefonun karşı ucundaki arkadaşına “Ben, sana bu başkanlık işinde bir şeytanlık var demedim mi?” diye sorarak benim dediklerimi bir çırpıda anlattı karşı tarafa. Telefonun megafonu açık... Karşı tarafın onaylayıcı sözlerini işittikten ve bize işittirdikten sonra telefonu kapattı.
            Telefonu kapattıktan sonra “Ufff be! Şimdi rahatladım. Bir yükten kurtuldum.” diye kendi kendine söylendi. İneceğimiz yere geldik. Paramızı verdik, “hayırlı işler” dedim. O: “Allah senden razı olsun hemşerim, iyi ki bugün bu konuşmayı yaptık. Yoksa yanlış bir iş yapıp günah işleyecektik.” diyerek elimi sıktı. Vedalaşıp ayrıldık.
            AKP tabanında yalnızca kararsızlar “hayır” demeye eğilimli değil. Doğru bir yaklaşımla “evet” deme konusunda karar verenlerin de değişebileceği olasılığı yüksek. Bu nedenle gerçeği doğru anlatmalı. Doğrunun karşısında eğrilik bir işe yarar mı?
                                                                                  Adil Hacıömeroğlu
                                                                                  24 Mart 2017



EVET Mİ, HAYIR MI 8?


Dün (14 Mart 2017) hava çok yağışlıydı. Trafik de berbat... Kozyatağı’ndan Marmara Üniversitesi Göztepe Yerleşkesi’ne gideceğiz. Taksi bulmak olanaksız. Gelenler de dolu… Biraz ıslandık, geç kaldık; ama en sonunda taksiye bindik. Taksici, efendi birine benziyor. Önce İstanbul’la ilgili söyleşiyoruz. Akılcı yaklaşımları var İstanbul’un belirgin sorunlarına. Gerçekçi çözümler de sunmakta sorunlara…
Fahrettin Kerim Gökay Caddesi’de (Minibüs Caddesi) boydan boya halkoylamasıyla ilgili hayır pankartları asılmış. Dikkat çeken bu bez pankartlar önce Atacan’ın ilgisini çekiyor. “Bunlarda ne yazıyor?” diye soruyor. Tabi Atacan kreşe gittiğinden henüz okuma yazma öğrenmemiş. “Hayır!” yazıyor diye yanıtlıyorum onu.
Atacan’ın pankartlarla ilgili sorusundan sonra Taksi sürücüsüne soruyorum: “Halkoylamasıyla ilgili ne düşünüyorsunuz?” diye. O, duraksamadan yanıtlıyor beni: “Ben, ‘Hayır!’ diyeceğim.” Ardından gerekçelerini sıralıyor. “Erdoğan’ın hiçbir şeyle yetinmeyip Türkiye’nin tamamını istediğini, işsizliğin arttığını, çalışanların da zor durumda olduğunu, RTE’nin Cumhuriyet’i yok etmek niyetinde olduğunu…” sıralıyor peşi sıra. Bu arada kendisinin Sapancalı olduğunu da vurguluyor. Adapazarı-Sapanca yöresinde muhafazakâr eğilimin güçlü olduğunu vurgulamama bilmem gerek var mı?
Konu dönüp dolaşıp Almanya ve Hollanda krizlerine geliyor. Taksici konuyu tek tümce ile özetliyor: “Bu, kayıkçı kavgası, iki tarafın da amacı oy devşirmek.”
“Peki, bu kayıkçı kavgasında Erdoğan, amacına ulaşabilir mi diyorum.”
O, “Çok az oy kazanabilir AKP bu krizden, ama olan Almanya ve Hollanda’da çalışan vatandaşlarımıza olur.” diye yanıtlıyor beni.
“Sandıktan ne çıkar?”
“Eğer, hayırcılar pikniğe, tatile gitmezlerse kesin hayır çıkar.” diyerek yanıtlıyor sorumu.
AKP’nin uzun süre işbaşında kalmasının nedenini Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’ye bağlıyor. Gelecek seçimlerde Doğu Perinçek’e oy vereceğini söylüyor. Vatan Partili olduğumu söylüyorum. “Bak ağabey, Perinçek konuştuğu gibi biriyse on numara bir adam. Ondan başka seçenek yok!” diyor.
Taksi, sıkışık trafiğin zorluklarını aşarak hedefe ulaşıyor. Parayı veriyorum. Taksici: “Hayırlı günler beyefendi! Hayırda hayır vardır.” diyor.  Ben de “Hayırlı günler!” dileyip vedalaşıyorum.
İstanbul’da bir taksicinin düşüncelerini aktardım, yorum katmadan. Gün halkı dinleme günü. 16 Nisan’a çok var. Halkoylaması oluncaya kadar halkın değişik kesimleriyle konuşmalarımızı paylaşmaya çalışacağız köşemizde.
                                                           Adil Hacıömeroğlu

                                                           15 Mart 2017

EVET Mİ, HAYIR MI 7?


28 Şubat 2017 Salı… Halkoylamasıyla ilgili yurttaşın nabzını tutmayı Bakırköy’de sürdürüyoruz. Bakırköy’de bir esnaf lokantası… Ara sokakta yer almakta… Bir yanı anacadde, diğer yanı pasaj girişi… Lokantada haftada bir gün karalahana pişiriliyor Doğu Karadeniz usulü… Ben, hangi gün olduğunu unutmuşum. Üstelik aç da değilim. Önünden geçerken karalahana varsa yiyeyim, dedim. Yokmuş… Çünkü Perşembe günü pişiriliyormuş karalahana.
Lokantaya selam verip giriyorum. Karalahana olmadığını işitince “hayırlı işler” dileyip tam çıkacaktım ki işyerinin sahibi Nazmi Bey’in “Hocam!” diyen sesini işittim. Durdum, sesin geldiği yana baktım. “Hocam, bir kahve içelim, öyle git!” dedi Nazmi Bey. Akşam saatlerinde Bakırköy’de hep acelem olur. Çünkü Bostancı’ya dönmek için deniz otobüsüne yetişmem gerek. Bu akşam acelem yok. Çünkü deniz ulaşımı sis nedeniyle yapılamıyor. Marmaray’la döneceğim. Ayak sürümem benim için iyi… Bu saatlerde Marmaray ve metro kalabalık olur. Binmek-inmek bir sorun… Nazmi Bey’in önerisi kabul edip oturuyorum.
Sade kahvelerimiz geliyor. Kahveler gelince lokantanın temizliğini yapan ve ortalığı toparlayan personel de işi bırakıp kimi ayakta, kimi de oturarak dinleme durumundalar. Saat: 17.00’yi biraz geçmiş ve Bakırköy gibi ticari canlılığı yüksek bir yerde lokanta, kapanmak üzere.
Konuyu, Nazmi Bey açtı. “Halkoylamasında ne olacağını” soruyor. Ben, onu yanıtlamayıp soruyorum: “Neden erkenden toparlanıyorsunuz, dükkânı erken kapatıyorsunuz.” diye. “İş yok!” yanıtını alıyorum.” Ardından “Öğlen saat 12.00 ile 14.30 arası bir yoğunluk olur. Ondan sonra işler kesilir. Müşterilerimizin yüzde doksanı çevrede çalışanlar… Gelgeç müşterimiz yüzde on bile yoktur.” sözleri dökülmekte ağzından. İşlerin gittikçe düştüğünden söz etti uzun uzun. Ekonomik krizin her şeyi etkilediğini, müşterilerin birçoğunun öğlen yemeklerinde yalnızca çorba içtiklerini, bir kısım müşterinin de “az yemek, az pilavla” işi geçiştirdiğini söyledi. Çalışanlar da onayladılar özünde emekçi, görünürde patronlarını…
Konu, Türkiye’nin borçlanmasına gitti. Yalnızca borçlanma ve inşaat sektörü ile bir ülkenin kalkınamayacağı vurgulandı. Dükkândan içeri bir başka esnaf girdi. Arka masalardan birine oturdu. O, ekonomi konusunu değiştirerek Barzani ziyaretine konuyu getirdi. Türk Bayrağı’nın yanına asılan Barzanistan bayrağı gündem olunca öfkeler kabardı Bunun skandal olduğunu ve kabul edilemeyeceği vurgulandı. Oradakiler, “Barzanistan bayrağı asma aymazlığının” halkoylamasında Kürtlerin oylarını almak için yapıldığı konusunda hemfikir oldular. Bu durumun bölücülüğe prim verdiği anlatıldı. Ne yazık bölücülüğün yüreklendirilmesinin devleti yönetenlerce yapılmasının acı olduğu ortada. Yurttaş, bu aymazlığı kabullenemiyor. Bu durumun “Hayır” oylarını artıracağını söylemekteler. AKP’ye oy veren ve neredeyse kırk yıldır tanıdığım aşçı bile bu rezil durumu savunamıyor. Ayağa kalkıp vedalaşırken elimi heyecanla sıkıp “Halkoylaması hayırlı olacak Hocam.” diyor.
Zaman hızla akıp gidiyor, çoktan hava kararıyor. Sahile doğru yürüyorum. Arkamdan bir ses: “Adil Hoca!” Dönüyorum sese doğru. Gündemi iyi izleyen bir esnaf arkadaş. Onun da gündemi, Barzanistan bayrağı. “Merhaba!” deyip elini sıkmadan söze giriyor: “CHP yöneticilerinin bayrak rezaletine neden sesi çıkmıyor? Yeri, göğü inletmeleri gerek. Bu konu, ele geçmez bir fırsat. Bayrak rezaleti halka doğru anlatılırsa hayır oyları yüzde yetmişi geçer. Böyle bir konu görmezden gelinir mi?” Bir hışımla sözünü bitiriyor. “Merak etme!” diyorum. “Bu konuyu vatanseverler geçiştirmez. Böyle bir ihaneti, Türk Milleti affetmez.” diye sürdürüyorum sözlerimi.
Ayaküstü söyleşimiz sürüyor. Ben: “halkoylamasında evet oyu vermenin İkinci İsrail’e evet demek olduğunu” söylüyorum. “Doğru…” diyor. AKP, Barzanistan bayrağını asarak ABD’ye, BOP’a göz kırpmakta.
Esnaf arkadaş günün özetini yapıyor: “AKP halkoylamasını kazanmak uğruna Türkiye’nin bölünmesine bile ses çıkarmaz.” diyor.
Evet, soru şudur: Öncelik ülkemizin çıkarları mıdır, yoksa kişisel çıkarlar mı? AKP yönetimi iktidarda kalmak uğruna Türkiye’yi feda ediyor.
                                                                       Adil Hacıömeroğlu
                                                                       1 Mart 2017