CEP TELEFONUNDA ÖZEL YAŞAMLAR


             “Sağa, sola dön cep telefonuyla konuşan biri. Öne, arkaya bak cep telefonu elinde bir kişi. Sokakta, caddede, parkta, aşevinde, kahvede, toplantılarda, saygı duruşunda, bayram kutlamalarında, İstiklal Marşı söylerken, hastanede, postanede, bankada, otobüste, trende, metroda (Genellikle telefonlar çekmiyor.), metrobüste, tramvayda, Marmaray’da                , dolmuşta, takside, misafirlikte, yürüyüşte, sporda, deniz kıyısında güneşlenirken ya da kitap okurken, balık tutarken, çimlerin üzerine uzanıp hayal âlemine daldığınızda, meyhanede, çayhanede... her yerde cep telefonu.   
            Büyük kentlerde herkesin acelesi var, bir yerlere yetişmek zorunda. İstanbul’un işi gücü değil de ulaşımı yormakta insanları. Kişi istiyor ki en azından zor olan ulaşım sırasında sessiz ve rahat bir yolculuk yapayım. Nerdeeeee...
            Son zamanlarda toplu taşım araçlarında kitap, gazete okuyanların sayısı az da olsa artmakta. Bu, sevindirici...
           Toplu taşım araçlarından birine binip tam da kıyısına ilişecek bir koltuk buluyorsunuz. Arkanıza yaslanıp kitap ya da gazetenize göz atmaktasınız. Birden bir bağırtı ile irkiliyorsunuz. Adam, avazı çıktığı kadar bağırmakta. Cep telefonu bir elinde... Diğeriyle öfkesine koşut devinimler yapmakta. Kaşlar, gözler bir yana kaymış durumda. Ağzından köpükler fışkırmakta. Tükürükler saçılmakta her yana. Önce tehditleri sıra sıra düzüyor adam. Ardından küfür faslı geliyor. Kişinin kendini kaybettiği an. Olasıdır ki karşı tarafta bulunan kişi telefonunu çoktan kapattı. Küfreden kişi bunu ya fark etmiyor ya da çevreye madara olduğu görüntüsü vermemek için durumu idare ediyor çaktırmadan.
           Küfür faslı bitip “Rahatladım!” diyorsunuz kendi kendinize. Kitap ya da gazetenizde kaldığınız yerden okumanızı sürdürmek istiyorsunuz. Birkaç paragraf okumadan gevrek sesli bir kadının sesi işitiliyor. Hiç kimseyi umursamadan dedikodu faslını başlatıyor. Özel ilişkiler mezatta. Mahrem demeden her şeyi rahatça konuşmakta. Kadının yaşamında ne var ne yok, herkes öğreniyor istemeden.
          Az ötede biri, yemek tarifi vermekte. Tarif, gereksiz sözcüklerle abartılmakta. Çevresine ne kadar iyi aşçı olduğu algısı yaratma çabası var. Ne de olsa devir algı devri... Yemek tarifi bitince çocuk konusu gündemde. Çocuklarıyla ilgili ne kadar bilgisi varsa hepsini anlatmakta. Tabi bu kadar konuşmada kocalar çekiştirilmezse olmaz. Konuşmadan anlaşıldığına göre karşılıklı kışkırtmalar var kocalara karşı. Kesin olarak bilmiyorum, ama kadınların kocalar konusundaki kışkırtmalarının boşanmalara etkisi var mıdır acaba?
          Yolculuğunuzun ilk evresi bitiyor, aktarma yapıyorsunuz başka bir toplu taşım aracına. Ayakta ya da oturmaktasınız fark etmiyor. Taşıt çok sıkışık ve havasız. Siz soluklanmaya çalışmaktasınız. Yanı başınızdan bir ses yükselmekte renksiz, kokusuz. Seste tin yok! Konuşmada tonlama vurgulama yok! Tek düzelik egemen... Böyle olunca da ses kulağınızı tırmalamakta tembel bir kedi pençesiyle.
            Modaya uygun tek tip giyinmiş bir genç... Sanırım sevgilisiyle konuşmakta. Kaşlar çatık, yüz asık... İlk kez karşılaşan iki kişinin konuşmasındaki resmiyet var. Nezakette değil, ses tonunda... Kıza iltifat yok! Yürek okşayıcı tek bir sözcük kullanılmamakta. Karşı tarafı heyecanlandıracak tümceleri ara da bulasın! Konuşmanın özeti: “Saksağanın kuyruğu suya değdi mi, değmedi mi?” söyleşisi. Bu söyleşi, telefonun metalik hattında daha da tinsizleşmekte.
            Toplu taşım araçlarındaki konuşmalarda en gülünç olanı ise çöpçatanlık konuşmaları. Yanımda gencecik bir kız oturmakta. Telefonu çaldı. Hemen açtı. Sözü uzatmadan anında konuya girdi karşı taraf. Kız, savunmada. “Nasıl yaparım, olmaz.” yanıtlarını peş peşe vermekte. En sonunda “Ben Emre’yi daha iki kez gördüm; oysa Mert’le üç yıldır çıkıyorum. Mert’e, hiçbir şey yokken ayrılacağımı nasıl söylerim. Üstelik Emre’yi hiç tanımdan...” diyor şaşkınca. Karşı taraf bastırıyor. Kız: “Evet, Emre’nin işi güzel, iyi kazanıyor. Ama Mert’le de bir geçmişimiz var.” diyerek yanıtlıyor karşı tarafı. Yol boyunca istemeden özel bir yaşamın içindeyiz taşıttakilerin tümü. Çünkü konuşma yüksek perdeden... Özellikle çevredekiler işitsin isteniyor sanki.
         Otobüsten iniyorum, taş ocağında çalışmış bir insanın yorgunluğunda. Yürüyorum geniş caddenin dar kaldırımında, kafesinden kurtularak özgürlüğüne kavuşmuş bir kuşun rahatlığıyla. Karşımdan biri gelmekte. Her yanından kablolar sarkmakta. Uzaktan el kol devinimlerini fark ediyorum bir pandomim sanatçısına benzemekte bu durumuyla. Yaklaştıkça hırıltıya benzer bir ses işitilmekte. Konuşma değil bu, bağırtı çağırtı. Geçip gidiyor ağır adımlarla yanımdan.
            Kurtuldum, derken arkamdan biri koşturmakta. Öfkeyle bir şeyler anlatmakta. Zaman zaman telefonda konuştuğunu unutarak elindeki telefonla işretler yapmakta. Tabi, bunu yaparken konuştuğu kişiyle karşı karşıya olduğunu düşünmekte sanırım.
           Telefonla konuşmayanların kulaklıkları her daim etkin bir durumda. Dinlenen müzikler hep aynı neredeyse. Yani pop... Pop müziğin ritmiyle hu çekip tef eşliğinde dönen tarikat müritlerinin zikir ritimleri aynı. Buna, kalp ritmi demekte müzik uzmanları. Bu ritim, beyinleri uyuşturmakta.
          Telefonla konuşulmayıp müzik dinlenmiyorsa eğer, cep telefonları yine ellerde. Bu kez oyun oynanmakta. Karşıdan bakan biri, kişinin telefonla çok ciddi bir iş yaptığını sanır. Kişi, pürdikkattir. Çevreyle iletişimini tamamen kapatmıştır. Yanına yaklaşıp baktığınızda ya okey oynamakta, ya şeker patlatmakta ya da erkekse bu kişi sanal ortamda futbol (oynamakta değil) oynattırmakta. Ha bu arada fal bakanların hakkını yemeyelim.
            Kısacası cep telefonları, insanları asosyal yapmakta. Görgü kuralları bir yana bırakılmakta. Özel yaşamın gizliliği hiçe sayılmakta. Kişilerin rahatsız olabileceği düşünülmeden konuşmalar yapılmakta. Yüz yüze görüşmeler ne yazık ki gerçekleşememekte. İnsan sıcaklığı unutulmakta...
            Yoğunlaşan kent yaşamı, ulaşım güçlükleri ve cep telefonu bağımlılığı kişileri, insana hasret bir durumda yaşamaya zorunlu kılmakta. Bu yolla da kişisel özgürlüğümüz, sosyal ilişkilerimiz yavaş yavaş yok olmakta.
                                                                       Adil Hacıömeroğlu
                                                                       21 Ekim 2016


           

1 yorum:

  1. Toplumun MR (emarını) çeken bir yazı. Bu kadar hastalığı olan toplumun iyileşmesi mümkün görünmüyor. İnsanın içinden,"Yarabbi bizi baştan yarat " diye dua etmek geliyor.

    YanıtlaSil