GAFLET UYKUSU

“Gökhan Yıldırım (Adana/Ceyhan), Mustafa Güney (Adana/Yüreğir), Fahrettin Aksu (Hatay/Kırıkhan), Mehmet Kaz (Gaziantep/Nizip), Emrah Eker (Giresun/Dereli), Necmettin Torun (Samsun/Alaçam), Ufuk Başarı (Konya), Noyan Aydın (Zonguldak/Ereğli), Aykut Delimehmetoğlu (Bursa /İnegöl), Barış Çiçekdağı (Gaziantep), Vefa Çelik (Ağrı), Ethem Okkay (Şanlıurfa), Gökhan Kaplan (Tekirdağ/Şarköy)” gençlik coşkusunu vatan sevgisiyle harmanlamış on üç yiğit. Çanakkale’de, Sarıkamış’ta, İnönü’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da vatan için canını veren dedeleri gibi gözünü kırpmadan şehit olan on üç kahraman.

Çukurova’nın pamuk tarlalarından, Giresun’un fındık bahçelerinden, Şarköy’ün mis kokulu üzüm bağlarından, Hatay’ın bereketli sıcak topraklarından, Samsun’un tütün ve deniz kokan havasından, Konya’nın altın başaklı ovalarından, Ereğli’nin balık kokan sokaklarından, Bursa’nın ipeğinden, Ağrı’nın ulu doruklarından, Urfa’nın uçsuz bucaksız, tarih dolu coğrafyasından, Gaziantep’in bin bir lezzetli sofralarından kalkıp geldiler. Kimi kemençeyle, kimi davul zurnayla, kimi zılgıtlarla, kimi çiftetelliyle, ama hepsi de “En büyük asker, bizim asker!” tezahüratlarıyla koştular peygamber ocağına. Asker olmanın, vatan hizmetini yerine getirmenin onuruyla koştular, artlarına bakmadan.

Onlar, kınalı kuzular. Onlar, yaşamlarının baharında toprağa düşen umut çiçekleri. Bölücü bir ihanetin yüreğimizden koparıp aldığı taptaze fidanlar.

Küresel koruyucuları ve gaflet uykusundaki siyasetçiler tarafından şımartılmış, her türlü saldırganlıklarına göz yumulmuş bölücü terör kana doymuyor. Vatan toprağında, vatan evlatlarına pusu kuruluyor. Emperyalist bir oyunun figüranı olarak sahne alıyor ayrılıkçı terör.

Şehitlerimizin kanı kara toprağı kırmızıya çevirirken ihanet şebekesinin sözcüsü de “demokratik özerklik” ilan ettiklerini açıklıyor. Topyekûn bir savaş! Kime karşı? Türkiye’ye, Türk Ulusu’na karşı. Amaç mı? Haçlı seferleriyle başlayan Türk’ü Anadolu’dan atma savaşı. Binlerce yıllık bir savaş. Miryokefolon ve Başkomutanlık zaferleriyle ters yüz edilen boş bir amaç.

Bölücü başının affının bile tartışılageldiği bir ortamda terör, gemi azıya alıyor. Habur karşılamasıyla egosu kabaran örgüt mensuplarının yasa, kural tanımazlığı hat safhada. Gaflet uykusundaki siyasetçi, küresel destekli ve yönlendirmeli kimi kalemler teröristin hakkını savunmak için yarışırken vatan hizmetinde şehit olanlar yüreklerimizi paramparça ediyor. “Şehitlerimizin haklarını kim savunacak?” diye sormayın. Ulusun bağrından çıkanların haklarını yine ulus savunur.

Çiçeği burnundaki İçişleri Bakanının şu sözleri hükümetin teröre nasıl baktığının önemli bir göstergesi: “Yangın çıkmıştır, yangının sebepleri şu anda çıkmış olan yangını geri getirecek değildir. Yanan ağaçlar orada kaybolan canları geri getirecek değil.” Bir devlet yöneticisinin sözleri bunlar, yoruma gerek var mı?

Topyekûn bir savaş açıldı, dedik ulusumuza karşı. Siyasal, ekonomik, kültürel ve en önemlisi de askeri. Susup oturacak mıyız? Her gün ekranlardan bölücü örgüt yandaşlarının fütursuzca meydan okumalarını dilsiz bir koyun gibi seyredecek miyiz? Gaflet uykusundaki siyasetçinin hamasi “ecek/acak”larla biten söylevlerini daha ne kadar dinleyeceğiz?

Dünyanın büyük ülkelerinin bir askeri öldürüldüğünde nelerin yapıldığını görüyoruz. Türkiye’de büyük devlettir ve tarihine, vakarına uygun tavrı göstermelidir. Teröristle pazarlık yapılmayacağı açıktır. Namlular kan kusarken karanfiller takınmak boşunadır.

Her şehit ailesinin evlat acısını yüreğinin en derin köşesinde saklayarak “Vatan sağ olsun!”demesi dünyanın hangi ulusunun gösterebileceği yüce bir yurtseverlik duygusudur? Tam da şehit cenazelerinde ulusumuzun gözyaşı döktüğü bir anda, askere uğurlanan Mehmetçiklerin ardından “En büyük asker, bizim asker!” haykırışları gökyüzünde yankılanmakta. Vatan aşkıyla askerlik hizmetine koşan gençlerimizin bayrak töreninde söyledikleri İstiklal Marşı’mız göğsümüzü kabartmakta. Böyle gençleri olan, en acı gününde bile “ Vatan sağ olsun!”diyen anne, baba ve eşlerin bulunduğu bir ulus teröre yenilir mi hiç?

Adil Hacıömeroğlu
16 Temmuz 2011
Not: 18 Temmuz 2011 tarihli Kent Yaşam Gazetesi’nde yayımlanmıştır.
Yazılarımın tümünü http://adiladalet.blogspot.com dan okuyabilirsiniz.

BOYKOTTAN TEK PARTİYE

CHP’nin iki milletvekilinin Silivri’de rehin tutulması nedeniyle TBMM’de yemin etmeme tavrı önümüzdeki günlerde AKP’ye yeni manevra alanları sağlayacak. Bu durum, hem CHP’yi zorda bırakacak hem de demokrasimizi geri dönülmez bir karanlık tünele sokacak.

Yemin krizinde ipler RTE’nin elinde. CHP yönetimi çok yanlış bir kararla iktidar partisine inisiyatif kazandırdı. Çok haklı olduğu bir konuyu kamuoyuna mal ederek AKP’yi sıkıştırma fırsatını ne yazık ki kaçırdı. Siyasallaşan AKP yargısını, teşhir etme fırsatı kaçmış oldu. Yemin boykotundan önce hem yazılarımla hem de genel başkan yardımcılarından biriyle yaptığım telefon görüşmesiyle gerekli uyarılarda bulundum. Ne yazık ki kamuoyunun büyük bir bölümünün uyarılarına karşın CHP yönetimi yemin boykotu kararı aldı.

Kılıçdaroğlu’nun Atina’daki sosyalist enternasyonal toplantısında rehin milletvekilleriyle ilgili şikâyette bulunması yanlıştır. AKP’nin hukuksuzluğunu sona erdirecek olan Avrupalı sosyal demokratlar değil, Türk Ulusu’dur. Bu nedenle ülkemizdeki hukuk dışı uygulamalar halkımıza iyi anlatılmalıdır. Bunun için seçilecek yöntemler, kullanılacak dil özenle seçilmeli.

RTE’nin yemin boykotuyla ilgili söyledikleri, gönüllerinde yatan amacın adeta dışa vurumudur. “CHP’nin bir an önce bu kafa karışıklığından, fikir karmaşasından, şaşkınlıktan kurtulup Ana Muhalefet görevini devralmasını bekliyoruz. Biraz önce de ifade ettiğim gibi, hiç kuşkusuz Meclis normal şekilde çalışacak, yasama görevini yerine getirecektir. Buna mani değerli arkadaşlarım hiçbir hal yoktur.” Meclisin muhalefetsiz de çalışabileceğini söylüyor başbakan. Muhalefetsiz meclislerin demokratik rejimlerde olamayacağının farkında değil sanırım. Yoksa içinden geçen ve hayal ettiği şey olmasın böylesi bir meclis! Gönlünde yatan aslan tek partili bir diktatörlük müdür acaba?

CHP’nin bu tutumu, AKP’nin tek partili meclis hayalinin gerçekleşmesine neden olabilir. İktidar partisinin alacağı erken bir genel ya da ara seçim kararı demokrasimiz açısından büyük bir tehlikeyi önümüze getirir. İktidar partisine ezici bir meclis çoğunluğu sağlar ki bu ülkemizi büyük maceralara sürükler.

Yapılacak iş, CHP’li milletvekillerinin uygun bir zamanda yemin etmeleridir. Zararın neresinden dönülse kârdır. Bundan sonrasında ise siyasallaşan yargı kararlarıyla ve AKP’nın yanlış uygulamalarıyla amansız bir mücadeleye girişmek gerek. Yoksa yemin boykotu, tek parti diktatörlüğüne dönüşür.

Ülkemizin sorunlarının çözüleceği yer TBMM’dir, yargıdır, halktır.

Adil Hacıömeroğlu
2 Temmuz 2011

Not: 4 Temmuz 2011 tarihli Kent Yaşam Gazetesi’nde yayımlanmıştır.
Yazılarımın tümünü http://adiladalet.blogspot.com dan okuyabilirsiniz.

GERİDE NE KALDI?

Hatip Dicle’nin milletvekilli seçilme yeterliliği olmamasına karşın aday gösterilmesinin bölücü örgütün önemli bir stratejisi olduğunu daha önceki yazılarımda yazmıştım. Asıl amacın, başta Öcalan olmak üzere Kandil’deki bölücü örgüt liderlerine parlamento yolunun açılması olduğu apaçık.

Dicle’nin durumunu fırsata dönüştüren BDP, hem kamuoyu nezdinde mağduru oynarken hem de ayrı bir devletin kuruluşunu hızlandırmakta. BDP’li milletvekilleri adına yapılan açıklamada: “Grup toplantılarını bundan sonra her hafta Diyarbakır'da düzenleyeceğiz!” sözleri ilginçtir. Cumhuriyet’in başkenti Ankara yerine grup toplantısının Diyarbakır’da yapılması anlamlıdır. Hele bundan sonraki grup toplantılarının da burada olacağını söylemek bir şeylerin koparılmakta olduğunun göstergesidir.

Bölücü örgüt sözcüleri daha önce iki bayraklı, başbakanlı, federasyonlu sistemi seslendirmişlerdi. Ayrılıkçılığı tescilleyen bu sözlere karşı kamuoyundan ve siyasetçilerimizden beklenen sert tepki gelmedi o zaman. Hatta ekranlarda, gazete köşelerinde bu durumu hararetle savunan küresel emperyalizm destekli sözde demokratlar, gelecekle ilgili de ipucu verdiler. Bu ipuçlarından ön önemlisi İmralı sakininin affıydı.

“Öcalan'ın artık lider konumuna geldiğini ve ciddiye alınması gerektiğini kabul etmeliyiz. İçimiz istemese dahi, Öcalan'ı basit bir suçlu olarak görmemeliyiz. Onun farklı olduğunu kabullenmek zorundayız. Bundan dolayı, eğer barışa katkıda bulunacaksa, ev hapsine çıkarılmasına dahi hazırlıklı olmalıyız.” Bu satırlar en meşhur(!) gazetecilerden birine ait, M,A. Birand’a. Yazının tamamı bölücü örgütü ve liderini aklama içerikli. Utanmasa, bu adamlar masumdur, diyecek. Son günlerde okyanus ötesinin emirleriyle hazırlanmış birtakım raporlar yayımlanıyor. Görünüşte Güneydoğu sorununun çözümüne(?) yönelik bu raporlar. Özünde ise ayrışmayı kamuoyuna benimsettirme çabası.

Gazete ve televizyonlar bölücü örgütü meşrulaştırma gayretini sürdürürken BDP ise ayrı bir devletin köşe taşlarını yerleştirmekte. Diyarbakır’daki grup toplantılarıyla yeni devletin başkenti de ilan ediliyor böylece. Salı günü TBMM’de ülkenin birliği için yemin eden iktidar ve muhalefet partileriyle yemin edenleri seyreden Türkiye’nin kurucu partisinin ne yaptığını merak ediyorsunuz? Alışık olduğumuz kayıkçı kavgasındalar. Herkes, eşi dostu taşımış meclise, ceylan derisi koltuklarda mışıl mışıl bir uyku için. Diyarbakır’daki grup toplantısı mı? Kimin umurunda. Yakında bölücü örgüt liderlerinin yolu da açılır. Herkes uyurken uyanık olanlar başarır. Uyuyanlar ise yalnızca rüya görür.


Eğitimi şifrelenmiş, ordusu Hasdal Kışlası’na hapsolmuş, yargısı siyasetin emrine girmiş bir ülke. Siyasetçileri ise gözlerini ve kulaklarını İmralı’ya çevirmiş durumda. Ada’dan dönen avukatlar hangi mesajı getirecek diye merak içindeler.

Tehditle istediğini yaptıran bir bölücü örgüt var. Bazı belediyelerde Kürtçe bilmeyenlere iş yok. Bölücü örgütün bayrağı gönderde. Parti grup toplantıları da Ankara’da değil. Sahi, geride ne kaldı?


Adil Hacıömeroğlu
30 Haziran 2011
Not: 4 Temmuz 2011 tarihli Ulus Gazetesi’nde yayımlanmıştır.
Yazılarımın tümünü http://adiladalet.blogspot.com dan okuyabilirsiniz.