TEKEL İŞÇİLERİ


Tekel’in özelleştirilmesiyle binlerce işçi gelecek endişesine kapıldı. 4/c kapsamına alınan işçileri, işsiz kalma korkusu sardı. Peki, 4/c nedir? Kısacası; özelleştirilen kuruluşlarda işçi ve memur olanların, sözleşmeli personel kapsamına alınmasıdır. Yani, iş güvencesinin ortadan kalkmasıdır. İşçiler, buna karşı çıkarak hak ettikleri iş güvencelerinin ortadan kalkmasını istemiyorlar.

İşçilerin, 4/c kapsamında işlerini sürdürmelerinin diğer bir olumsuzluğu ise aylıklarının azalması ve sosyal haklarının birçoğunun ortadan kalkmasıdır. 15 Aralık’ta işçiler Ankara’da toplandılar. Yurdun dört bir yanından geldiler: İstanbul, Adıyaman, Muş, Samsun, Aydın, Siirt, Tokat, Diyarbakır, İzmir, Bitlis, Manisa, Trabzon, Balıkesir… Yaklaşık on iki bin kişiydiler. Çoğu, çoluk çocuk gelmişlerdi Ankara’ya. Çünkü işi yitirme sorunu, tüm ailenin sorunuydu. İş olmayınca mutfakta kaynayan tencere, sofrada bölüşülen ekmek, çocukların okul harçlıkları, kış günü sırtı sıcak tutacak paltolar ve kazaklar da olmayacaktı. Burada yapılan bir ekmek ve yaşam mücadelesiydi. Bu da ciddiyet, inanç ve birliktelik gerektirmekteydi.


Geceyi otobüs terminalinde, bazı sendikaların konukevlerinde ve lokallerinde geçirdiler. Hem de Ankara’nın dondurucu ayazında. Sabahleyin erkenden yollara koyulup Abdi İpekçi Parkı’nda toplandılar. Bir ellerinde ekmek, diğer ellerinde al yıldızlı bayrağımız vardı. “Türkiye sevdamız, ekmek için kavgamız!” sloganını haykırıyorlardı. Cam çerçeve kırmayıp park eden ya da seyir halindeki arabalara da saldırmıyorlardı. Parktaki ağaçlara, çiçeklere zarar vermiyor; yüzlerini de örtülerle kapatmıyorlardı. Etnik kökenleri, inanç farklılıkları söz konusu edilmedi hiç. Tek dertleri vardı: seslerini duyurmak, ekmeklerini yitirmemek. Amaçları üzüm yemekti, bağcıyı dövmek değil.

Böylesine güzelliklerle dolu bir eyleme polisin biber gazı, coplu saldırısı limon sıktı. Kış soğuğunun ilikleri dondurduğu bir günde işçiler, parkın havuzunun buz gibi sularına atıldılar. Üşüdüler, dondular, canları yandı, gözleri yaşardı, yürekleri acıdı ve yine de vakarlarını bozmadan eylemlerini sürdürdüler.

Maalesef polisimiz, masum isteklerini dile getirerek hakkını arayan çalışanlarla öğrencilere çok sert davranıyor. Bölücü ve irticacı grupların taşkın eylemlerine ise “AB ölçütlerini” uyguluyor.

Şimdi biraz da özelleştirmelerin olumsuz sonuçlarına değinelim. KİT’lerin özelleştirilmesi büyük bir nitelikli işsiz ordusunun doğmasına neden oluyor. Ayrıca bu kurumlarda çalışmaya devam edenlerin aylıkları azalıp sosyal hakları geriliyor. Sendikasız, örgütsüz yığınlar ortaya çıkıyor. Çalışma yaşamı, işverenin keyfiyetine bırakılıyor. Özelleştirmelerin işçi boyutu kısaca bu. Bir de bunu tarımsal boyutu var. Tekel’in özelleştirilmesiyle birlikte yabancı sigara ve tütünlerin kullanılmasının önü açılıyor.. Üreticinin tütünü, yok pahasına alınıyor. Tütün üreticisi, ürününden zarar ediyor, zarar edince de üretmesinin bir anlamı kalmıyor. Tıpkı şeker pancarında olduğu gibi. Dışalıma dayalı liberal ekonomik sistem, hem sanayimizi hem de tarımımızı bitiriyor. El âlemin işçisi, çiftçisi refah içinde yaşarken bizimkiler sürünüyor. İthalatla ülkemizin alınteri yurtdışına akıyor. Yurdumuzun bütçe açığı artıyor. Topraklarımız ve insanımız bomboş dururken başaklarının topraklarını göğertip çalışanlarının refahını artırıyoruz. Dış dayatmalarla öz kaynaklarımızı yok ediyoruz.

Yoksullaşan ve işsizlerle dolu ülkemizde insanlarımıza bir lokma ekmeği bile reva görmüyoruz. Köleci toplumun gerisinde bir çalışma yaşamıyla yurttaşlarımızı canından bezdiriyoruz. Köleci sistemde, bir kölenin barınması ve beslenmesi köle sahibi tarafından sağlanıyordu. Bugün verilen ücretler, yaşamsal olan bu iki şeyi ne yazık ki karşılayacak durumda değil. Çalışma koşulları İLO standartlarının çok gerisinde. Çağdaş değerlerle uyuşmuyor bu durum, insanca değil. Ancak kimsenin umurunda değil bu. Herkes yapay gündemlerle uğraşıyor. Küresel güçlerin dikte ettiği konular, kamuoyunu meşgul ediyor.

Yılların emeğiyle, birikimiyle oluşturulan sanayi kuruluşlarımız, küresel bir moda ve çıkar uğruna harcanıyor. Üreten Türkiye’den, tüketen Türkiye’ye koşar adım gidiyoruz. Bu da dışa bağımlılığımızı artırıyor. Tüm sektörlerde dışa bağımlı olan bir ülke, bağımsız olabilir mi? Böylesi bir dışa bağımlılıkla birtakım siyasal ve toplumsal sorunlarımızı çözmemiz mümkün müdür?

Ankara’daki Tekel işçilerinin eylemi bize gösterdi ki, sınıf mücadelesi halkı birleştirir. Etnik ve inanç farklılıklarından doğan ayrılıkları yok eder. Türkiye’nin birliği ve dirliği sınıf mücadelesinin dinamiğiyle sağlanabilir. Yoksa küresel güçlerin vereceği reçetelerle değil.

Adil Hacıömeroğlu
24 Aralık 2009

29 Aralık 2009 tarihli Ulus Gazetesi'nde yayımlanmıştır.
Not: Yazılarımı http://adiladalet.blogspot.com adresinden okuyabilirsiniz.

4 yorum:

  1. Nevruz
    Yüreğinize kaleminize sağlık. Çok ğüzel dile getirmişiniz.

    YanıtlaSil
  2. Her eylemde olduğu gibi Tekel işçileri de yalnız ve desteksiz. Sendikalarının desteği ne orandadır tartışılır tabii. Ancak bu tür eylemlerde sivil toplum örgütlerinin hiçbir şekilde birbirlerine destek olmadığı bir gerçek. Eylem tek başına desteksiz olmaz. Eylemi yapan şayet işçiyse memur, esnaf hatta eczacı vb..gibi diğerleri destek olmalı. Bunlar zincirleme birbirlerine bağlantılı ve de tamamlayıcı meslekler. Birlik olmadan ses gür çıkmaz. MUZO

    YanıtlaSil
  3. TEKEL işçilerinin durmunu ve 4-C statüsünü çok iyi özetlerek anlatmışsınız. Teşekkür ederim. Evet Tekel işçileri eyleme 'ölmek var dönmek yok ' slagonuyla yalnız başlamıştı. Ama mücadele azmi ve taşkınlık olmaması yığınları yanına çekti, sempati topladı. Sendikası da ne kadar sonra ayıp olmasın diye galiba yanında yer alıp destekledi. Eğer işçilerdeki karalılık olmasa TÜRK-İŞ hiç sesini çıkarmayıp seyredecekti. Dayatılmaya çalışılan Kürt Açılımına en güzel yanıtta bu eylemden geldi. Türkiye halkının açılma ihtiyacı yok, onlar zaten kardeşçe yaşıyor. Birde 4-C kısaca kölelikten daha kötü, ha 4-Cli olmuşsun, ha ölmüşsün hiç bir fark yok.

    YanıtlaSil
  4. Aziz Nesin, "Büyük Grev" kitabı.... Okumanızı öneririm...Bu kitap yayımlandığında komünist olduğunu iddia eden bir topluluk Aziz Nesin'e yönelik karalama kampanyası başlatmıştı...
    2010'da devam eden bu eylem geç kalmış bir eylem...özelleştirme yapılırken yapacaklardı bu eylemi....bu kararlılıklarını o dönem yapsalardı belki de çalıştıkları fabrikaların ortakları olacaklardı....
    maaş eylemi yapıyorlar kanısındayım...istedikleri hakları verdiğini düşünelim... istediklerini aldıktan sonra ülkenin hiç bir sorunuyla ilgilenmeyecekleri izlenimi edindim bu eylemden....

    YanıtlaSil