ESKİŞEHİR'İN YILMAZ HOCA'SI

3 Nisan akşamı, 19.25 uçağıyla İstanbul'dan Eskişehir'e gittim. Kısa ve rahat bir yolculuktu. İşim nedeniyle hafta sonunu Eskişehir'de geçirecektim. Havaalanının adını okuyunca ilk şaşkınlığımı yaşıyorum: Eskişehir Anadolu Üniversitesi Havaalanı. Evet, Türkiye'de bir ilk, bir üniversitemizin havaalanı var.

Bu önemli bilgiden sonra, taksiye atlayıp Anadolu Üniversitesi Yerleşkesi içindeki Anadolu Oteli'ne gidip yerleşiyorum. Bir süre sonra yürüyüş yapmak amacıyla yerleşke içinde dolaşmaya çıkıyorum. Gece olmasına karşın çok etkileniyorum. Sabahı iple çekiyorum. Geç yatıp erkenden uyanıyorum. Kahvaltıdan sonra o gün yapmam gereken işimi kuşluk vakti bitirip kahve içmek için otele dönüyorum. Otelde, Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Yılmaz Büyükerşen'le karşılaşıyorum. Onu kutlayıp ve ayaküstü kısa bir söyleşiden sonra oradan ayrılıyorum.

Kısa bir yürüyüşten sonra tramvaya binip İnönü durağında iniyorum. Porsuk Bulvarı'na gidiyorum. Güzel bir bahar günü. Ağaçlar tomurcuklanmada, bazıları çiçeklenmiş. Porsuk boyunca dolaşanlar, çimlere uzanıp ilkyazın keyfini çıkaranlar... Pırıl pırıl bir bulvar. Doğanın, sanatın, tarihin, kentin iç içe, uyumla kucaklaştığı bir yer burası. Eskişehir'in çocukları ve gençleri çok şanslı olsa gerek.

Bulvar gezisini bitirip Bilim, Kültür, Sanat Parkı'na gidiyorum otobüsle. İnanılmaz yapıtlarla karşılaşıyorum: Korsan gemisi büyükçe bir göletin kıyısında. Gölette rengarenk balıklar; pırıl pırıl sular, su kayakçılarını bekliyor. Eğitici oyuncaklar, dinlenme yerleri... Tepede Nuh'un gemisi, aşağıda amfitiyatro. İklime uygun, bakımlı ağaçlar... Bozkırın ortasında eşsiz bir vaha, bir cennet.

Gezimin üçüncü durağı, Odunpazarı. Zamana meydan okuyan tarihi evler, konaklar; bakımlı, korunmuş bir durumda, kentin hizmetinde. Cam müzesi, bir ilk. Camdan yapıtlar doyumsuz güzellikte. İmrenerek, gururlanarak geziyorum müzeyi. Ardından etnografya müzesindeyim ve bir Cumhuriyet yolculuğuna çıkıyorum. Eski giysileri ve fotoğrafları görünce iç geçiriyorum. Yiten ince zevkimize yanıyorum. Düşüncelere dalıp Atlıhan Çarşısı'na doğru yürüyorum. Atlıhan'da lületaşına kimlik kazandıran ustalarla konuşup söyleşiyorum. Atlıhan'dan çıkıp Kent Park'a yöneliyorum. İşte bozkırın ortasındaki mucize: Porsuk kıyısında şezlonglarıyla kumsalıyla bir plaj. Yine gölette yüzen rengarenk balıklar... Kıyı kentlerinde denizlerde korunamayan balıklar, Eskişehir bozkırının göletlerinde, havuzlarında yüzüyor.

Eskişehir'de en dikkat çekici iki şey var: heykeller ve havuzlar. Her parkta heykel ve su var. Heykeller; tarihi, geleneği, geleceği anlatıyor. Suyun bu kadar önemsendiği ve güzel kullanıldığı bir kent yok sanırım.

Akşam karardığında otelime dönüyorum. Gün boyu hiçbir şey yememiştim. Yerleşkedeki Taş Bina'ya gidiyorum. Güzel bir akşam yemeğinden sonra erkenden uyuyorum. Pazar günü erkenden kalkıp işimle ilgileniyorum. Saat 15.00'te bitiriyorum işimi. Yerleşkeyi geziyorum. Doğayla uyumlu yapılar, insanı hiç rahatsız etmiyor. Çağdaş bir anlayışla yapılaşmış mükemmel bir üniversite. Anadolu Üniversitesi'nin her yerinde Büyükerşen imzası var.

Eskişehir'de gezilecek çok yer var. Tekrar gelmek düşüncesiyle gezimi bitiriyorum. Ancak Yılmaz Hoca'nın, Fatih'in gemileri karadan yürütmesine nispet yaparcasına Porsuk kıyısında, Alpu'da, tersane kurmasını söylemeden geçemeyeceğim.

Eskişehir, üniversite ve yerel yönetim işbirliğiyle oluşturulan olağanüstü örnek bir kent. Birçok yerel yönetimin yapamadığını yapıyor Eskişehir. Bozkıra can, bozkıra dirim veriyor. Peki nerden geliyor bu esin? Cumhuriyet'le birlikte bozkırın ortasında modern bir kenti, Ankara'yı kuran en büyük esindir herkese. Bunu anlayabilecek, kavrayabilecek, içselleştirebilecek kişiler için esindir Atatürk'ün Ankara'sı. Atatürk, bozkırın ortasında Atatürk Orman Çiftliğini kurmuş, bir örnek sunmuştu ulusuna. Kimileri Atatürk'ü örnek alır. Kentini, tarihini, doğasını koruyup yönettiği yeri modern sanatla tarihin buluştuğu müze yapar. Kimileri de yönettiği kenti aç kurtlar gibi yağmalar. Bazı yerel yöneticiler kente emek verip değer katar; bazılarıysa kentin değerlerini talan eder.

Otelime dönüp çantamı alarak havaalanına gidiyorum. İstanbul'a dönmek için 21.05 uçağına biniyorum. Cam kenarındaki koltuğumdan geceyi seyrediyorum. Anadolu'nun uçsuz bucaksız topraklarını örten karanlığa bakıyorum. Tepede ayın aydınlığında binlerce yıldızın; kentlerimize, kasabalarımıza, köylerimize, bozkırımıza, göllerimize, denizlerimize, tarihimize, geleceğimize göz kırptığını görüyorum. Dalgınlığım, hostesin anonsuyla bitiyor. Diyorum ki: "Yılmaz Hoca'm sizden öğrenilecek çok şey var. Tabi öğrenebilene..."

Adil Hacıömeroğlu
13.04.2009

Not: "Yılmaz Hoca" hitabı Eskişehirlilerindir, yazımda ona sadık kaldım.